29 Temmuz 2008 Salı

Dersler biter, dönem biter ama bloglar bitmez :)

Şu günlerde İstanbul’da staj yapmaktayım ve geçen hafta basit bir havale için Vakıf Bank’a gitmek zorunda kaldım. Vakıf Bank’ta diğer bankalar gibi 09:00’da açılıyor ama hizmet vermeye anca 09:25’te başlayabiliyor. Çünkü sistemlerinin açılması yarım saat alıyor. Bunun üzerine insanın aklına şu sorular geliyor. Kapıda yazan çalışma saatleri bankanın hizmet vermeye başladıkları saat mi? Yoksa çalışanların bankaya geliş saatleri mi? Eğer bankanın hizmet vermeye başladığı saat ise açılması 25 dakika süren sistemin daha önceden açılması gerekmez mi? Bunun üzerene bu sorduğum soruları aynen Vakıf Bank genel müdürlüğüne ilettim ama bir hafta geçmesine rağmen bir cevap gelmedi. Gönül isterdi ki böle bir eleştiri yazısı yazmak yerine her kanalda, her dakika reklamları dönen ve bangır bangır değiştiğini söyleyen Vakıf Bank’ın gerçekten değiştiğini gösteren bir teşekkür yazısı yazabilseydim.

Reklamlarında “biz değiştik” diyen Vakıf Bank’ın değişimi sadece tabeladan ibaret olduğunu anlamak pekte zor değil. Reklamlarında ki gibi yükselmesi gereken yeni vezneler değil hizmet kalitesidir. Değişmesi gereken duvarların rengi değil kafa yapısıdır. Bu işler öyle zıplayıp, hoplayıp bankada dans etmekle olmaz. Bir an önce bunun farkına varılması ve hepimizin bankası olacaklar ise de şarkı söylemeyi bırakıp vaat ettikleri saatte hizmet verme başlamalıdırlar.

24 Mayıs 2008 Cumartesi

Reklamlar Vol. 2


Yaz gelidi, havalar ısındı, yazlıklar valizlerden çıktı ve yazlık reklamlarda bir bir dönmeye başladılar. Dondurma olsun, içicek olsun, ağda veya epilasyon aletleri olsun gün içinde gördüğümüz reklamlar.
İçecek reklamların da öne çıkan iki farklı ürün var bunlardan biri soda diğeri de su reklamları.

Aç Bir Meyveli Sırma sloganıyla yola çıkan firmanın reklamını izlemeyip sadece izlediğiniz Coca-Cola’nın bir zamanlar kullandığı şişeyi açıp bardağa döküldüğünde çozurdayan sesini andırıyor ve aklıma kalkıp kola içmek geliyor hem ayrıca soda okadar cozurdamaz ki. Bir diğer soda reklamıda İçecek Değişecek sloganıyla Fresha reklamın da beyaz Converse’li bir delikanlı elinde Fresha’yla yürüyor ve bir şey içmeye niyetlenen herkez çocuğamı bakmaktan mı yoksa fresha’dan mı bilinmez üstüne başına döküyor. Bence bu reklamı Omo reklamına bağlamalılar. Su reklamlarında ise vurgulanan altı haftada bir vucudumuzdaki suyun içtiğimiz suyla yer değiştirdiği gerçeği ve doğru terciğin onların olduğu vurgusu.

Dondurma reklamları ise çocuklara ve yetişkinlere hitaben iki çeşit olarak görüyoruz. Magum reklamı yine hoş ve izlenesi bir reklam özellikle bayanlar için Josh Holloway'ı görmek için Digiturk’te Lost’un yeni bölümünü beklemelerine gerek kalmıyor. Bir diğer dondurma reklamıda Golf Bravo. Bu yeni reklamda Ülker’in modernleşme açısında gerçekten başarılı adımlar attığının göstergesi.

Üçüncü reklam grubumuzda ise global reklamların üstüne Türkçe çevirilerle bize uygulanan reklamlara söylenecek pek fazla bir şey yok her seferindeki gibi en kısa tüylerinin bile alınacağı garantisi veriliyor reklamlarda.

Sezonun çok başında olduğumuz günlerde merakla bekliorum bizi daha neler bekliyor.

Reklamlar Vol. 1



Cuma gecesi ertesi sabah italyanca finali olduğu için evde bezerek vakit geçiriyordum. Televizyondada hiç birşey olmadığı için zaplayıp duruyordum ve bir kanalın reklam kuşağına takıldım ve çok kötü şeyler gördüm...

Son zamanlarda piliç firmaları böyle bir atağa kalkmış ve reklamları kanal kanal gezmeye başlamışlar ama rekramları gerçekten çok kötü. Bey Piliç reklarında 7’den 70’e halktan karakterlerimiz ürünün ne kadar lezletli olduğunu Bey Piliç taklidi yaparak anlatıyorlardı. Akılda kalıcığı olmayan ve çıktığı zaman kanal değiştirilesi bir reklam. Daha kötüsü ise CP Piliç reklamları; Seda Sayan’ın ve Müslüm Gürses’in oynadığı, seslendirmesini Kadir Çöpdemir’in yaptığı reklamlarda salatadan suratları tasvir edilen ünlülerimiz ürünü met ediyorlar. Sinir bozucu reklamlar kategorisine ilk sıralara yerleştirebileceğimiz bir reklam kampanyası diyebiliriz. Bu aralar reklamların aranan ismi Müslüm Gürses, Filli Boya’nın reklamlarıyla göründü önce ardından Coca-Cola’nın “bırrrrrrrrrr” reklam serisinde gördük ve şimdi hem Vestel’in Doktor V’sinde hemde CP Pilicin reklamlarında görüyoruz. Yıllarca arabesk söyleyen Müslüm Baba, o ağırlığı önce bır’layarak sonrada Doktor V’den yardım isteyerek kaybetti.

Daha çok başarısız reklam varken aslında başarılılardan bahsetmek daha güzel olucak. Get Real sloganıyla çıkan Chevrolet arabalarıyla olmada güzel reklamlarıyla dikkat çekiyor. Aveo modeline reklam filminde gerçek dışı arabaları olan komşularla Chevrolet’i olan komşular karşılaşıyor ve sloganımız çıkıyor. Son günlerdeki Nike rekları son derece hoşuma gidiyor Sıradaki Gelsin sloganıyla yola çıkan Nike bir futbolcunun gözünden maçtan, günlük yaşamından ve antremanından sahnelerden oluşan rekramlar gayet dikkat çekici ve bağlayıcı. Ayrıca Magnum ve P&G’yi gönülden tebrik ediorum global reklamlar yerine bizim için Türk oyuncularla reklamlar çekiyorlar. Uzun lafın kısası sayın reklamcılar reklam filmleri çekerken lütfen biraz daha özenli ve mantıklı olun.

22 Mayıs 2008 Perşembe

Coca-Cola vs. Pepsi




Günümüzde sofra içecekleri arasında ki en büyük rekabet yıllardır süre gelen Coca-Cola ve Pepsi rekabetidir. Coca-Cola bu yarışta hep önde de olsa Pepsi asla takibi bırakmamıştır. Coca-Cola bu başarıyı Türkiye pazarına girerken elde etmiş olup insanlara kolanın Coca-Cola olduğunu benimsetmiştir. Günümüzde Pepsi hangi tutundurma stratejisini kullansa başarılı olamamıştır. Coca-Coca ayıcık, bardak, tabak, çanak verirken Pepsi Apple thouch vermesi bile çok işe yaramamıştır. Pepsi Beyonce’yi, Pink’i veya Beckham’ı, Tiery Henry’i oynatıp global reklamlarını Türkiye’de yayınlarken Coca-Cola ramazan reklamlarıyla Türk pazarına uygun reklamlarla satışlarını artırmıştır. Son zamanlarda pisaya çıkan ve light kola içmekten çekinen erkeklerin tercihi olan şekersiz kolaları ele adlımızda ise Pepsi Max’ın pazara daha erken girmesine rağmen Coca-Cola Zero’nun gölgesinde kalmaktan kurtulamamıştır. Pepsi reklamların da Aysun Kayacı’yla öpüşüp koklaşan erkekler kullansa da ve her yudumda onunla öpüşme şansı bulsalar da ürünün özelikleri tam anlamıyla anlatılamamıştır buna rağmen Coca-Cola’nın “iki güzel şey bir arada olur mu?” sloganıyla Zero’nun hep şekersiz olduğunu hem de bilindik kola tadında olduğunu vurgulamıştır. Yeni çıkan bu iki çeşidin kola içmeyenlerin içmeye başlamasını sağlayacağını düşünmesem de yinede başarılı girişimler olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Coca-Cola’nın ne yapsa satabileceğinden de şüpem yok.

Sonuç olarak Coca-Cola’nın Türkiye’de daha fazla satmasının sebebi geçmişte atılan sebeplere ve günümüzde atılan adımlara dayanıyor.

Ağızdan ağıza pazarlama nedir?

Ağızdan ağıza pazarlama yeni dönemin en etkikili hizmet ve ürün pazarlama yollarından biridir. Bu yöntem müşteriler, ürün ve ya hizmet satın aldıktan sonra hakında olumlu söylemlerde bulunmaları ile başlar ve ücretsiz, güvenilir ve odaklı pazarlama mesajı verirler. Sözcükler genellikle çok hızlı yayılırlar ve neredeyse önüne geçmek imkansızdır. Başka hiçbir pazarlama taktiği, tek pakette böylesine bir avantaj sunamaz. Ağızdan ağıza pazarlama, geleneksel pazarlamadan çok daha etkili bir yöntemdir. Bunun sebebi ise değişen dünyada yeni müşteri profilinin oluşmasıdır. Bu yeni müşteri profili daha eğitimlidir ve satın alma işleminde ipleri eline almış durumdadır yani artık firmalar satış yapamıyor, insanlar kendileri alıyorlar ve firmalar onlara sadece yardımcı olabiliyorlar.

Ağızdan ağıza pazarlamanın temel mantığı hizmeti ve ya ürünü kullanan kişinin çevresine tavsiye etmesidir. Bir ağızdan ağıza pazarlamasının başlaması katogoriye uygun bilgi ileticisinin seçilmesidir. Daha sonra yapılması gereken çevresi geniş olan ve “chat leader” diye adlandırılan bu insanlara ücretsiz numuneler göndererek kullanmalarını ister ve memluniyetleri karşısında ürünü çevrelerine tavsiye etmeleri istenir. Bu durum tamamamen dürüst bir ikili ilişkiye dayanmaktadır. Eğer bunu bir konsept olarak kabul edersek, bu konsept; tüketicilerle pazarlama konseptidir, tüketicilere pazarlama değil. Konseptin başarısı belirtildiği üzere dürüstlüktür ve paylaşılan fikrin gerçekliğinde yatmaktadır.

Gerçek ağızdan ağıza pazarlama ahlak dışı değildir. Etik olmayan uygulamalar ağızdan ağıza pazarlama olarak adlandırılmaz; stealth (gizli) ya da shill (yem) pazarlama olarak adlandırılır. Gizli ya da yem pazarlama bir bireyin gerçek fikrini söylememesidir. Firmalar ağızdan ağıza pazarlama yöntemini para karşılığı insanların kendi ürünleri tavsiye etmesi şeklinde kullanmaya kalkarlarsa çok büyük bir yanlış yapmış olurlar. Çünkü uygulanan bu yöntem etik olmamakla beraber tüketici ile firma arasındaki ilişkiyi zedeler. Ayrıca yapılan bu uygulama asla ağızdan ağıza pazarlama olarak adlandırılmaz. Geçmişte büyük firmalar dürüst olmayarak ağızdan ağıza pazarlama yöntemini kullanmışlardır. Bunlardan bir tanesi 2002 yılında Ericcson’un kameralı cep telefonu modellerini oyuncular kullanarak metetmesidir. Altmış turistik şehirde onar tane oyuncu kullanarak, onların turistlerden fotoğraflarını çekmeleri isteyerek, nezaket örneği gösteren turistlere telefonun özelliklerini anlatmaya başlayarak gizli pazarlama yapıyorlar. Şeffaflık ve dürüstlük kriterlerine uymadığında ve oyuncular kullandığı için ağızdan ağıza pazarlama olarak kabul edilmez.

Bu tip uygulamalar yerine firmalar öncelikle kendilerine “Benim ürünüm gerçekten iyi mi? ” sorusunu sormaktadır. Eğer çıkan cevap olumlu ise firma ağızdan ağıza pazarma yöntemini uygulamaya geçebilir. Numuneler dağıtılır ve geri dönüşler beklenmeye başlar. Bu aşamada firma kullanıcıya hiç bir mudahilede bulunumaz çünkü ağızdan ağıza pazarlama bir ürün ya da hizmet hakkında dürüst fikirlerin paylaşımıdır. Ama sorunun cevabı olumsuz ise her şeye sil baştan baştan başlanmalıdır çünkü ürün ihtiyaçlara cevap vermiyorsa, ağızdan ağıza pazarlama işlemez.

Unutulmaması gereken yegane konu ise ağızdan ağıza pazarlamanın doğal bir olduğudur. Eğer ürün yeteri kadar iyi değilse ve tüketicinin beklentilerini tam anlamı ile karşılamıyorsa ağızdan ağıza pazarlama bir bumerang etkisi yaparak ilk başta ürüne sonrada firmaya zarar verebilir. Buna sebep olmamak için ürün geliştirme sürecinin en başından incilenmesi gerekmektekdir.

Yukarıda beriltildiği üzere ağızdan ağıza pazarlama basit olarak tüketicinin ürünü kullanması ve çevresine olumlu ve ya olumsuz düşüncesini söylemesidir. Hiç bir şekilde müdahile olmaksızın bu doğal bir olay gibi gözüksede firmalar hem ürünleri hakkında geri bildiri almak için hemde en basit ve masrafsız şekilde reklamlarının yapmaları bu konseptin etkili kullanılmasına bağlıdır. Ağızdan ağıza pazarlama bir deneyim aktarımıdır ve bu konspet eski pazarlama stratejilerinden bin kat daha etkilidir. Busebeple konseptin gücü asla küçünsenmelidir. Sunuç olarak, stratejinin belirlenmesi, ürürünün desteklenmesi ve ürünün gerçek kalitesi ağızdan ağıza pazarlamada önemli rol oynayan üç ana unsurdur ve başarı bu unsurların doğru uygulanmasına bağlıdır.

Dönem bitmeden birde akademik içerikli bir yazı yazmak istedim. Saygılarımla...

18 Mayıs 2008 Pazar

İzmir Ekonomi


Okulumdaki üçüncü senemi bitirirken, elimdeki fırsatı değerlendirip Ekonomi Üniversitesi'nden bahsetmek istiyorum. Açıkçası bu okul ne tercih listemde nede aklımda bulunan bir seçenek değildi benim için. Türk eğetim sisteminin getirdiği puanına göre okul seçilmesi yöntemiyle sadece sans eseri küçük bir ıskayla kendimi bu üniversitede buldum. ÖSS'den cıkmış elimde sacma bir puan ve bir sürü yorum varken oturup salim kafayla düşünmek oldukça zor aslında. Özellikle İzmir'de kalmak istediğim için elimdeki seçenekler dogrultusunde olabileceğin en iyisini seçme ugrasındaydım. Sanırım bu noktada Ekonomi Üniversitesi kendini insanların akıllarında yeterince yer edemediği içindirki sonuncu olarak sekiz tercihimin arasında yer aldı. Kazandığım zamanda havalara uçtugumu sölersem yalan olur dogrusu. Peki bir ögrencinin üstünde yeteri derecede basarılı ve kaliteli bir üniversite oldugunu kanıtlayamayan Ekonomi'nin hataları yokmu?


Ülkemizde özel üniversiteler gelişmekte olan bir sektor halini aldı. Artan öğrenci sayısı, devletin bu sayıları karşılayacak derecede üniversite açamaması Türkiye'nin burjuva ailelerinin çoçuklarını bu okula yönlendirmelerinde en büyük etkendir. Bu okulların içerisinde de sunulan olanaklar elbette bir devlet üniversitesine çok daha fazladır. Gerek dil eğiliti gerekse sınıf sayılarının azlıgı, kaliteli öğretmenler gibi bir çok etken bu okulları cok daha cazip yapmaktadır. Tabi bütün bu sunulan avantajlarının yanında bir yığın üniversiteyi kazanamamış çapulcunun toplanma mekanı görüşüde cok yaygındır. Özel üniversitelerin en büyük sorunu kendilerini parası olan ögrecileri alan bir kurum sıfatından çıkaramamalarıdır. Bu sıfat sayesinde bir çok aile çocuklarını bu üniversitelere göndermek istemediği bir gerçektir.


Bu sektörün farklı bir noktasındaysa başka bir tablo karşımıza cıkmaktadır. Koç, Sabancı ve Bilkent gibi üniversiteler yüksek ücretlerle binlerce ögrenci almalarına rağmen bu okullardan mezun olanların diğerlerine göre daha fazla iş bulma oranına sahip olduğu yada daha kaliteli okullar olduğu düşünülmektedir. Bunun sebebinin eğitimdeki farklılıklar olduğunu sanmıyorum. Şahsi fikrime göre bu okullar özellikle yetenekli ve başarılı ögrencileri kendi bünyesinde tutmak için cidi miktarlarda bütçe ayırmaktadırlar. Özellikle burs, yurt ve diğer alanlarda sağlanan maddi avantajlar başarılı ögrencilerin burada toplanmasının bir sonucu olabilir. Koç üniversitesinde okuyan bir arkadaşımla sohpetimizde bana okulda azımsanayamaycak kadar başarılı öğrenci oldugunu hata okulda sürekli burslu öğrencileri gördüğünü anlatmıştı. Bende bursu olmayanların zaten Akmerkez'de olduğu için gelmediklerini söyliyip dalga geçmiştim. Ama son zamanlarda düşünüyorumda Ekonomi üniversitesi kendini bu alanda kanıtlamış başka özel üniversitelerdeki gibi bu yetenekli grubu kendi bünyesinde daha fazla toplasa okulum hakkında dısarda olan olumsuz görüşün azalacağı kanaatindeyim.


Okulumuzdaki bir çok öğrenci şu an gelecek kaygısı taşıdığı bir gerçek. İzmir Ekonomi Üniversitesi mezunu olarak hayata atıldıgımda insanlar bu okula gerekli saygıyı göstermezlerse başka bir deyişle okulumun başarılı ve iyi bir okul olduğunu düşünmezlerse sanırım bu sadece benim için değil binlerce öğrencimiz izin büyük bir hayal kırıklığı olacaktır. Neden benim okulum bir Sabancı, bir Koç gibi anılmasınki? Bence bu noktada İzmir Ticaret Odası'na en az Ekonomi Yönetim Kurulu kadar iş düşmektedir. Burdan mezun olacak öğrencilere sağlanılacak imkanlar ile okulun çok daha cazip hale gelmesi sağlanılabilir.


Özel Üniversitelerin reklam yapmasına karsı değilim. Heleki gelecekte yerleşmesini istediğim köklü bir Ekonomi Üniversitesi adı içinse. Bu noktada dikkat edilmesi gereken sey bu köklü adın nasıl olacağıdır. Bence okulumuzdan çıkan yayınları artırarak, konfrans ve etkinliklerin sayısını fazlalaştırıp, olabildiğince yetenekli, zeki ve başarılı öğrencileri teşfiklede olsada bünyesinde toplayarak ekononomi üniversitesi kendine diğer özel üniversiteler içinde köklü bir yer edinebilir.


Gelicekte mezun olunca iş hayatımda Ekonomi Üniversitesi'nin bana ne kadar getiri getireceği konusunda şüphelerim halen mevcut. Bu olumlu yada olumsuz bir sey düşündüğüm anlamına gelmesede okul yönetimine ince bir sitem olarak algılanabilir. Sanırım bunun cevabını önümüzde bir kaç yıl içerisinde alacağım


Son yazım oldugunda ''Pazarlama Hakkında Herşey'' adlı bloğumuza emek veren tüm arkadaşlarıma gönülden teşekkür ediyorum. Yorumlarını bizden esirgemeyen Melike Hocamızada teşekür ederim. Gerçekten çok güzel bir blog oldu bence. Umarım yazdığımız onca güzel fikiri ilerdede kaybetmeyiz.


Saygılar Umut Cengiz

13 Mayıs 2008 Salı

FERRARI SAYGINLIĞI


Nisan aylarında Ferrari'nin yeni CEO'su olan Amedeo Felisa, dünyada ilk kez Türk basınına konuştu ve global krizden etkilenmediklerini açıklayan Felisa, ''Türkiye'de yılda 40 Ferrari satılması lazım diye ilginç bir açıklama yapmış.Dünyanın en çok bilinen süper spor otomobil markaları arasında yer alan Ferrari'de bir süre önce küçük çaplı yönetim değişiklikleri oldu ve eski CEO Jean Todt'un yerine Amedeo Felisa geldi. Ferrari'nin çok güçlü bir marka olduğunu ve Amerika'dan başlayarak dünyayı etkisi altına alan global dalgalanmalardan etkilenmediklerini açıkladı.Tabii ki de Ferrari'nin talebe göre üretim yapma gibi bir sorunu yok, elinden geldikçe pazarın istediğinden daha az araç satıyorlar ve böylelikle krizden kaçınıyorlar. 2005 yılında Tofaş ile yaptıkları FerMas ile Türkiye pazarına resmen döndüklerini, şu anda satışların Avrupa'nın pek çok ülkesinde geride bıraktığını açıklandı ve Ferrari'nin Türkiye'de daha fazla büyüme potansiyeli olduklarınının da altını çizmişler.İlginç! Adamlar kendilerine o kadar güveniyorlar ki reklama gerek duymadıklarını zaten fazlasıyla satış yaptıklarını söylüyorlar. Geçen senelerde 4 binden fazla üretim yapmayacaklarını açıklayan Ferrari geçen yılı 6 bin 400 satışıyla kapattıklarını, gelecekte neler olacağını tam olarak göremelerinin zor olduğunu açıklamış. Adamların geçen yılki rekor rakamın, talebin ancak üçte birini oluşturduğu ve müşterilerinin ortalama 18 ay sıra beklediğini, özellikle bazı modeller için birkaç yıl bile bekledikleri oluyormuş. Buna rağmen halen Ferrari'ye talep sürekli artıyor, nasıl bir arabaysa kardeşim:) Şurdan çıkardığımız sonuç şudur; Ferrari talebe göre satış yapmıyor, amaçları çok satmak değil, markanın seçkinliğini korumak. Ayrıca reklama ihtiyaçları olmadığını söylemiştim ve şunu da ekleyeyim; Formula 1 sayesinde iki haftada bir televizyonda göründüklerini ve bunun onlara yettiğini açıklamışlar. Marka saygınlığı işte budur bence!

PATİLERE ISLAK MENDİL


'Bir ülkedeki süpermarketlerin evcil hayvan rafları ne kadar genişse, ülke de o kadar zengindir.' diye ilginç bir söz okudum geçenlerde ve ilgimi çekti 'Ne alakası var?' diye. Türkiye'de evcil hayvan rafları henüz belirli ölçüler içinde kalsa da, Adıyamanlı Ferhat Kozmetik firması raflara bir zenginlik katmaya hazırlanıyor ilk başta söylediğim sözden esinlenerekten. Kedi ve köpekler için ıslak mendil!

Islak mendil fabrikası iflasın eşiğindeyken Storks Kuyumculuk'un sahibi Muammer Alkım'ın desteğiyle ayağa kalkan ve Türkiye'nin en önemli ıslak mendil üreticilerinden biri haline gelen, Ferhat Vural'ın sahibi olduğu Ferhat Kozmetik, RoseFresh markasıyla tanınıyor.Adıyaman'da günde 40 bin tane 15'lik ıslak mendil, 16 bin tane 70'lik ıslak havlu ve 100 bin de tekli kolonyalı mendil üreten RoseFresh fabrikası, bu sıralar kedi ve köpekler için ıslak mendil üretimine başlayacak. İstanbul Üniversitesi'nde gazetecilik eğitimi aldıktan sonra işadamı olan Ferhat Vural bu yapacağı değişik girişimi şöyle açıklamış,''Evcil hayvanların patilerini ve ağzını silmek için ıslak mendil üreteceğiz. Bu, Muammer Alkım'ın fikri. Yurtdışında da yaygın. Şimdiden ihracat için çok talep geliyor. Köpekler için Havhav ve Çomar, kediler için de Minnoş markasıyla üretim yapıcaz'' diyor.İzmirde yaygınlaşırsa hiç şaşırmam ayrıca Güzelyalıda köpeklerini dolaştıran kokona bayanların elinde görürsem hiç mi hiç şaşırmam. Hatta onların yerinde olsam İzmir'i test bölgesi olarak ele alırım ve ürüne karşı olan tepkileri ölçerim, çünkü fazlasıyla hayvansever bir bölge İzmir. Ürün ilginç bir ürün eğer tutarsa pek çok hayvan sahibi insanın elinden düşmez.

12 Mayıs 2008 Pazartesi

KAHVECİLER VE TATLICILAR




Eskiden insanlar pastanelerde pasta yiyip kahve içmeyi tercih ederken artık günümüzde pastaneler yerine kahvecileri seçer olduk. Ve tatlıcılar, onlarda farklı stratejiler uygulayarak konseptlerini değiştirmeye başladılar. Çünkü Pazar payını arttırmanın ve büyümenin tek yolu bu. Modern kahvehaneler; Starbucks ve Gloria Jean’s , kahve pazarının bu denli büyümesine ön ayak olmuşlardır. Şu an bu Pazarın büyüklüğü yaklaşık 250 milyon YTL ve hızla da büyümeye devam etmektedir. Starbucks bugün Türkiye’de 82 adet mağazaya ulaşmış durumda Cafe Crown ve Kahve Dünyası gibi yeni zincirlerde Pazar paylarını hızla arttırmaktalar. Bu firmalar bu kadar büyürken peki bizim tatlı kültürümüzün temel taşlarından olan Bolulu Hasan Usta, Özsüt, Saray Muhallebicisi, Mado ve Güllüoğlu neler yapıyor. Özsüt ve Mado kendilerinde büyük değişimler yapmaya başladılar. Tatlının yanında pasta kahve gibi ürünlerde satılmaya başlandı. Çünkü bu kahve zincirlerinin doğmasıyla müşterilerinin azalacağı kaygısına düştüler heralde. Özsüt İzmir’de doğan ve 2007 yılında 30 milyon ciro yapıp % 30 büyüyen bir tatlıcı. Franchise sistemiyle ilerleyen firma yetkililerinin 2008 yılı içerisindeki en büyük hedeflerinin, yurt dışında mağaza açmak olduğu belirtildi. Başlangıçta sadece sütlü tatlı üretimi yapan firma, 1986 da İzmir’de ki Bonjour pastanelerini alarak pastacılık sektörüne de giriş yaptılar. Ve son olarak Davidoff Coffee ile yaptıkları anlaşmayla artık kahve zincirleri ile rekabete hazır olduklarını dile getirdiler. Mado tatlı pazarında yıllardır hatırı sayılır bir paya sahip olan bir firma. Son yıllarda yükselen kahve trendine ise İtalyan kahve firması Fillicori ile anlaşma yaparak katılmayı tercih etti. Fillicori’nin Türkiye distribütörlüğünü alan Mado, şimdi kahve­yi dondurma ile birlikte sunarak yeni bir trend yaratmayı amaçlıyor. Mado ayrıca 2008 yılı içerisinde mağaza sayısını yine franchise yöntemi ile 200 den 500 e çıkarmayı hedefliyor. Bolulu Hasan Usta ise konseptini hiç değiştirmeden yoluna devam etmeyi tercih edenlerden. Firma kendini tüm kahve ve tatlı zin­cirlerinden farklı bir yerde konumlandırıyor. Farklı bir konsept yaratan Bolulu Hasan Usta, misafirlerine yalnızca uzmanı olduğu süt tatlılarını sunuyor. Bu tatlı pazarında ki gelişmelerin hızla devam edeceği ortada. Ayrıca Starbucks ve Gloria Jean’s inde mağaza sayısını arttıracağı da gelecek planları arasında. Eğer bizim kendimize has olan fırında sütlaç, sakızlı muhallebi gibi tatlıları yemeyi tercih ediyorsak tabiî ki o zaman yerli firmaları tercih edicez.

10 Mayıs 2008 Cumartesi

Mavi Jeans




Mavi jeans'in ilk reklamı dün gibi akılımda. O dönem için gercekten gurur verici sözler sözler söyleniyordu. Millet olarak kendi geri kalmıslığımıza cok taktıgımız için bir türk markasının Amerika'da fabrika kapatırmısı gurur verici bir tabloydu. Peki bunca zaman içerisinde ne değiştiki türk tüketicisi bu markadan bu kadar soğudu?

Büyük bir gökdelenin bilmem kaçıncı katında zengin patron dısarı bakarken yardımcısının içeri girdiği ve düşen satış rakamlarını gösterdiği bir reklamdı Mavi' nin türk tüketiciyle ilk buluşması. Yanlış hatırlamıyorsam '' Artık çok oluyoruz '' gibi bir slogan kullanmışlardı. Türk tüketicisi tekstil sektoründe her nekadar yabancı markaları tercih etsede yurdun bagrından koptuguna inanılan bu markanın ilk yıllarda rabet gördüğü bir gercek. Cola-Turca gibi biz türküz, türkün türk kolası olur gibisinden etnik bir milliyetçiliğe bürünmemeleride önemli bir etken. Tarz ve dizayn olarak rakipleri Levis'ten cok ta farkı olmayan kaliteli mallar üretmeleride tüketiceler tarafından benımsenmesinde önemli bir faktör. Peki ne olduda Mavi bu konuma geldi isterseniz bir tüketici gözunde bu markanın gidişine bir göz atalım.

İlk Mavi ismi duyuldugum ve reklamı gördüğümde gercekten cok heyecanlanmıştım. Mavi zaten kot ve benzeri ürünlere yakısan bir isimdi. Bunun yanı sıra taklitci bir gençlik olan türk gençliği için Amerika gibi örnek alınan bir ülkede bu kadar ilgi görmeside cok etkileyiciydi. Mazalarının yapısı, ürünleri, kalitesi Levis ile neredeyse aynıydı. Fiyat olarakta kelimenin tam anlamıyla Levis rakip bir konumlanma izlemeleri ilk yıllarda Mavi'nin önemli bir basarıya imza atmasına sebep oldu.

İlerleyen zaman içerisinde Mavi ne yaptıysa türk tüketiçilerini bu markadan soğuttu. Bunların basında ilk olarak ürünlerinin düşen kalitesi gösterilebilir. Cola-Turca da kullanılan türk ezgileri Mavi markasının yakasınada yapıstı. T-shirt'lerinde '' İstanbul '' gibi türkçe yazılar kullanmaya başladılar. Şu an düşünüyorumda hangi sivri zeka bir tüketici bu ürünü alırda istanbul sokaklarında almanyadan gelen bir turist gibi gezerki ( hele bu fiyatlara)? Bu olay kelimenın tam anlamıyla Bodrum'da Marmaris'te çarsıda dolaşan turistleri hatırlattı bana. Kullanılmaya başlanan türkçe yazılar tüketicinin gözünde Mavi'nin kalitesini düşmesine sebep oldugu bir gercek. Mavi firmasıda kendisini Levis ile eş değer, dünyanın bir cok yerinde satılan bir marka olarak göstermektense daha cok türk kimliğini vurgulamayı tercih etmeside büyük bir kayıptır. Her ne kadar yurdumun markası olarak baksamda ülkemin gençleri ( ben dahil ) türk markalarını yeteri derecede karizmaya sahip olmama gibi bir ön yargıyla yanaşıyoruz. Bu sebepten ötürü yabancı markalara olan talep cok daha fazladır. Mavi'nin ilerlediği bu nokta bu fiyatlarla gelicek için onlara cok büyük sorunlar yasatacagı bir gercektir.

Mavi'den bu kadar konustuktan sonra son reklamlarındanda bahsetmeden geçemiyeceğim. Hayatımda hiç bu kadar amaçsız bir reklam görmemiştim. Ünlü olsun diye Nejat İşler ile anlasıp o kadar para bayılmışlar anladımda reklamın içinde neden Mavi'nin reklamı yok onu anlayamadım bir türlü. Bir gelin koşarak gelirken suda yüzen bir adanın üstünde Nejat abimiz ekürisiyle düğünü hazırlamış bekliyorlar. Gelin atladıktan sonra ada derinlere doğru açılıyor ve mutlu son olarak Nejat abimizi ablam kapatıyor. Son olarak sloganda nejat abimizinin sesiyle: kafana göre.... mavi.... . Bu reklamı beyenen arkadaşlarım olduğunu duyduktan sonra inanın cok üzüldüm. Reklamı tekrar tekrar izledikten sonra bir tekstil ürününün öne cıktıgı tek sahne Nejat İşler'in kızı elinde gömlek ile çekmesi. Burdan bir sağlamlık havası çıkarsa çıkar yoksa reklamın geri kalan kısmında zaten oyuncu markanın önüne geçmiş durumda ( tabi reklamda Mavi adına bir öğeninde olmaması bir etken) . Kısacası Mavi bu son reklamıysa sadece Nejat abimize para kazandırmıs ve onun reklamını yapmıstır. Butun bir reklam boyunca ne bir kot ne bir t-shirt ön plandadır. Levis'in reklamlarını düşündükçe gerçekten cok yazık.

Mavi'nin reklamı:
http://www.mavijeans.com.tr/medya_reklam.asp?p=7a

30 Nisan 2008 Çarşamba

'' ILCO ''


Coca Cola , İtalya kahve sektörünün önde isim-
lerinden Illy Caffe ile joint venture yapmaya
hazırlanıyor.Yapacakları ürün ise'' içmeye hazır
soğuk kahve. '' Öncellikle Yunanistan başta ol-
mak üzere 10 avrupa ülkesinde piyasaya sürü-
lecek olan kahvenin türleri olarakta; Espresso
Lungo , Cappuccino ve Latte Macchiato olarak
belirlendi. Kahve kökenli içeceklere küresel
ilginin çok büyük olduğunu söyleyen The
Coca-Cola Company icra kurulu başkanı
Muhtar Kent , ''Coca Cola olarak biz de bu sektöre
adım atarak kahveyi kutunun içine ve RTD
(içmeye hazır ) olarak müşteriye sunma projesini
gerçekleştirdik''diyor. 150 mililitrelik kutu-
larda satılmaya başlanacak olan ve adı 'Ilco'
olarak belirlenen ''içmeye hazır soğuk kahveler''
bu aydan itibaren ilk olarak avrupayla beraber
daha sonra Pasifik ülkeleri , Kuzey Amerika
ve Uzak Doğu'da satışa sunulacak.
RTD( içmeye hazır ) kahve pazarının 10
milyar dolarlık bir hacmi olduğu göz önünde
tutulursa Coca Cola ; zero ile başlattığı kar ve
kazandığı pazar payına '' ILCO '' ile devam edecek
gibi gözüküyor. Özellikle de bu ortaklığı , İtalyan
Espresso'su devi Illy Caffe ile yapması , kendi-
lerine avantaj sağlıyacak gibi gözülüyor.
Bakalım Ilco'da ,Coca Cola Zero' da elde ettiği
başarıyı sağlayabilcek mi ?

27 Nisan 2008 Pazar

Zayıflamayı planlarken kilo almayın!!!


Light ürünler

Yaz yaklaşıyor kilo problemi olan herkes nasıl kısa sürede zayıflarım diye düşünürken, ilk önce spora başlamak geliyor akıllara daha sonrada az kalorili yiyecek içecek tüketimi. İnsanlar sanki bir kaç ay light ürün tüketerek zayıflayacaklarına inanıyorlar ve bu dönemlerde her sene light ürünlerin satışlarında büyük bir patlama yaşanıyor. Bu Pazar her sene yüzde 25 büyüme kaydediyor.geçen sene 40 milyon dolarlık bir Pazar olarak bilinirken şu anda 50 milyon dolara ulaştığından söz ediliyor. Bu da pazarın büyümesinin ne kadar hızlı olduğunun göstergesidir. Pazarın önde gelen firmaları tabiî ki ÜLKER, TAMEK ve ETİ pazarda ki gelişimi görerek buna bağlı olarak da sektörde ki yatırımlarını arttırıyorlar.Müşterinin son yıllardaki talebine bakarak firmalar ürünlerin çeşitliliğini de arttıdılar. Ülker mavi yeşil konseptinde ki ürün sayısını son 3 yılda 8 den 34 de çıkardı ve pazarda hatırı sayılır bir konuma geldi. Light ürünlerde yok yok; ilk olarak bisküvisini yediğimiz ürünlerin şu anda marketlerde dondurmasından margarinine kadar her çeşidini bulmak mümkün. Eti ise ETİ FORM grubunda ki ürün sayısını tatlı ve tuzlu olmak üzere 11 e çıkardı. Günümüzde her 3 erkek ve her 5 kadından birnin şişman olduğu bilinmekte. Ayrıca aşırı kiloluluk artık çocuk yaştan itabaren görülmektedir. Light ürün pazarı da zaten bunu gören üreticiler tarafından bir gelişim içerisine sokulmuştur. Pazarda diğer bir iddialı firma olan DANONE de pazarda ki büyümeden memnun. Light yoğurtta yüzde 38 lik bir Pazar payına sahipken light meyveli yoğurtta Pazar lideri oldukları görülmektedir. Tabi bu kadar olumlu şeyden sonra söylenmesi gereken bazı olumsuz şeyler de var. Mesela bu ürünler her ne kadar fazla tüketildiğinde kilo aldırmaz diye düşünülse de bu yanlıştır. Bu ürünler tüketim miktarına bağlı olarak normal ekmek kadar hatta bazılarının yağ içeriklerine bağlı olaraka normal ekmekten daha fazla enerji ve yağ içerdikleri görülmektedir. Bu da bireylerin farkında olmadan zayıflama programlarında fazladan yağ ve enerji almalarına sebep olamaktadır. Bu yüzden bu ürünlerin kullanımı sırasında tüketicilerin bilinçli davranması ve zayıflıyıcam derken kilo da alabilirler ve eğer bunlardan fazla ve düzensiz tüketerek metabolizmlarının bozulmasına sebepte olabilirler…

13 Nisan 2008 Pazar

ŞAMPANYA GİBİ PATLAYAN MEYVE SULARI





Şampanya gibi patlayan meyve suları

Sabah kahvaltılarının vazgeçilmezi konumunda olan meyve suları artık birçok insan tarafından tüketiliyor. Zaten son altı yılda pazarın yüzde seksen büyümesi de bunun en iyi kanıtıdır. Bu pazardaki büyümeyi gören birçok firma bayiliklerini arttırdı yeni pazarlama stratejileri geliştirdi ve bundan en iyi şekilde faydalandılar. Ama bunun yanında çok farklı bir üründe Türkiye pazarına giriş yaptı: VALENTİNO. Şampanya gibi patlayan bu meyve suları yurt dışında oldukça yaygın olmasına rağmen ezgi dış ticaret tarafından geçtiğimiz yıl Mayıs ayında satışına başlanan ve şu anda aylık 20.000 adetlik satış rakamına ulaşan ürün meyve suyu pazarının içinde kendine yeni bir pazar oluşturdu. Yüzde 100 doğal meyveden yapılan, ürün meyve sularının sabah kahvaltılarından romantik akşam yemeklerine geçiş yapmasını sağlayacaktır. Kız arkadaşı içki içmeyen erkekler artık akşam yemeklerini daha romantik hale getirebilecekler. Ayrıca ürünün mutlaka kadehte içilmesi gerektiğini söyleyelim. Bu meyve sularını Tansaş ve Migros gibi alışveriş merkezlerinde kolaylıkla bulabiliriz. 6 ytl den satışa sunulan meyve suları kesinlikle şeker ya da koruyucu maddeler içermiyor bu yüzdende diyabet hastaları ve çocuklar tarafında da rahatlıkla tüketilebilir. Antalya’da ki birçok otel tarafından sipariş edilen ürünler doğum günlerinde çocuklara büyük bir eğlence yaratabilir. Genel müdür önümüzdeki 5 yıl içerisinde meyve suyu pazarının yüzde 5 lik kısmına sahip olacaklarını dile getirdi. Yeni dönem de ABD ve Avrupa’dan soğuk yeşil çay, kızılcık, böğürtlen, bektaşi üzümü suyu gibi farklı lezzetleri Türkiye pazarına sokmayı planlayan firmanın diğer bir hedefi de yıllık 1.000.000 adetlik satış yapmak. Bayilikler vererek daha da yayılmayı amaçlayan firma iyi reklam ve satış teknikleriyle tüketiciyi etkileyerek satışları arttırmayı düşünüyor.

12 Nisan 2008 Cumartesi

Değişen Tüketici Beklentileri


Çok zengin olmanın nasıl birşey oldugunu merak etmişimdir hep. Sabah Champs Elysee'de kahvaltı edip, Floransa'da ölen yemeği Manchester'da ikindi cayı gibi devam ederdi günüm heralde. İnsanın cebiyle ilgili sorun edeceği bir derdi olmayınca sanırım hayat tarzı ve standartları ona göre değişiyor yada sınır tanımıyor. Bu düşüncenin aklıma bir perşembe okul dönüşü kırmızı ışıkta gelmeside ilginç bir tezat tabiki. Yorgun uykusuz bi sekilde okuldan dönerken sol tarafıma yanasan gürültülü tankın bir Q7 oldugunu anlamam arasında gecen 4 saniye! Gerci bu konuda algılamamı suclamıyorum zira benım camımdan sadece bir lastik gözüktüğü için kalan kısmını anlamak için başınızı biraz dışarı cıkarmanız lasım. Gerçi ne yapsanızda tamamını göremezsiniz. Peki bu koca arazi aracının sehrin göbeğinde ne işi var diye ister istemez duşunuyor insan. Bu araclar ormanı seven ,yolun bulunmadı bayırda, dagda kullanılsın diye tuketiciye sunulmuş ürünler değilmiydi? Öyleyse sehrin ortasında ev-iş iş-ev arasında günlük kullanımda ne işleri var? İşte bu noktada tüketicilerin en başta bahsetiğim zengin kesimin büyük bir etkisinin oldugunu düşünmekteyim.


Q7 , X5 , XC90 , Tuareg gibi araclar artık günlük yasantımıza girmiş durumdadır. Eskiden sadece arazilerde kullanılan bu araclar zamanla sehirlerdeki zengin kesimin küçük oyuncakları olmayı başarmışlardır. Zenginlik göstergesi olarak bilinen Mercedes, Bmw yada Audi'nin sedan sınıfında ürettikleri lüks otomobiller artık bu segmenteki insanları kesmediği bir gercektir. Buna baglı olarakta üreticiler bu yeni markete hali hazırdaki ürünlerini sunarak '' merket development'' yapmaktadırlar. Gerci hala hangi sivri zekanın Q7 gibi bir aracı piyasaya yol olmayan yerlerde kullanılsın diye süreceği konusunda endişeliyim. Kımse görünmiyeceğini bile bile bir arabaya 150 bin avro vermez. İste tam bu noktada üst gelir düzeyi olan kişilerin bunu kanıtlama arzusu baş gösteriyor. Araç ne kadar büyükse yolda o kadar dikat cekiyor, bir o kadarda fiyatları artıyor.


A sport utility vehicle, or SUV, is a passenger vehicle which combines the towing capacity of a pickup truck with the passenger-carrying space of a minivan or station wagon together with on or off road ability. Gibi bir açıklama getirilmiş internete SUVlar için. Günümüzde arazi araçları hem yol hemde yolun olmadı alanlarda kullanım kolaylıgı saglayan, bir minivan yada spor vagondaki geniş iç haçmi sunan bir ürün tüketicilere. Kullanımı sehirlere yaygınlaştıkça piyasadaki araziye yönelik araclarla spor vagon aracların satıslarınıda neredeyse bitirmiş bir ürün. Bu 2 farklı özelliği kendinde toplayarak yüksek fiyatlarıyla tüketicilerin gösteris oyuncagı olmalarıda bunun bir sonucudur.


Hedef kitlesi olarak belirledikleri segment için ürünlerde bir modifikasyon yapılması şart oldugundan SUV'ların çoğu bir üst sınıf otomobil kadar lüks ve konforludur. Kullanım alanlarındaki değişim, zengin üst kesimin bu aracları arazilerden alıp sehirlerde lüks otomobil niyetine kullanması , artan rağbet ve rekabet su an piyasa gördüğümüz bu aracları olusmasını sağlamıstır. Su anki durum itibariylede Audi Q7 en cok ilgi gören ve satışları tavan yapmıs SUV konumundadır. Yerinide kolay kolay kaptıracagını sanmıyorum.


Değisen Dünya sanırım tüketicilerin alıskanlıklarınıda farklılastırmaktadır. Firmalarda bu ihtiyacları karsılamak için ya yeni bir bir ürün geliştirmekte yada var olan ürünlerini bu yeni pazarlara yöneltmektedirler. Bununda en iyi örneği her gün yollarda gördüğümüz onlarca arazi aracıdır. İnsanların zenginliklerini göstermek için seçtikleri bu yol ile büyük araçlara olan rağbetin artması lüks sedan otomobillerin akıbetini dahada karmasıklastırmaktadır.

9 Nisan 2008 Çarşamba

ÇAYHANE

Geçenlerde gazetelerin birindeki bir yazı dikkatimi
çekti.Bu yazıyı okumadan önce de aklımdan bu
türlü düşünceler geçmiyor değildi aslında...
Arkadaşlarınız ile beraber dolaşmak için Alsancak'a
gittiğinizde ne yaparsınız? Dolaşmaktan canınız
sıkılıp, ayaklarınıza kara sular indikten sonra,
oturur bir şeyler içersiniz ama alkol değil ise
içmek istediğiniz ; Starbucks'a yada Gloria
Jeans'a gider, kahve içersiniz. İstisnaları bir
yana bırakırsak, çoğu insan kahve içerek
yorgunluklarından kurtulmak ister. Aslında
rakamlara baktığımızda Türkiye genelinde ;
çay tüketimi ve üretimi, kahve üretimi ve
tüketiminden daha fazla olduğunu kolaylıkla
görebiliriz.Bu kadar çay üretiminin ve
tüketiminin fazla olduğu bir ülkede neden
çay kültürünü geliştiremiyoruz? Biraz öncede
yukarda dediğim gibi ; geçenlerde okuduğum
yazı benim bu konu hakkında yanlış olmadığımı
gösterir cinstendi. Yazıda ; Çaykur , kafe zincirine
'çayhane'yle direnecek diyordu. Başta Starbucks
olmak üzere Türkiye'de birbiri ardına giren kafe
zincirleriyle yeni açmayı planladığı çayevleri'yle
mücadele edecekmiş. Buna ek olarak da ; çayı
sevdirmek için üniversitelerde konferanslar
düzenleyecekmiş. Çaykur'un gelişen kafe
zincirlerinin, çay sektörüne karşı tehditini görmüş
olduğunu kolaylıkla anlayabiliyoruz. Aslında
iyi bir pazarlama stratejisiyle, kafe zincirlerinin
insanlar üzerindeki çekiciliğini kendilerine olumlu
yönde değiştirme şansları bulunuyor.

30 Mart 2008 Pazar

ÇAKMADAN KORKUYORLAR !!!

700 milyon Euro'yu aşkın cirosu olan , İtalyan lüks
giyim markası Paul & Shark Yachting 'in sahibi
Paulo Dini bir süre önce Türkiye'de üretim
yaptıklarını , memnun kaldıklarını ancak taklit
ürün sorununun aşılmadığı bir ülkede üretim
yapmayacaklarını belirtti.Taklit yüzünden
Türkiye ' de üretimden korktuklarını vurgulayan
Paulo Dini,''Burada üretim yapıp başka ülkelere
de ihracat yapabiliriz ama yapamıyoruz.Taklit
ülkenizde büyük bir sorun.Fikri mülkiyet
haklarına daha çok önem vermelisiniz.Alınan
önlemler iyi ama yeterli değil. Durum değişirse
üretime sıcak bakabiliriz'' diyor.peki ; şimdi
benim bir sorum var . Diğer markalar ne yapıyorlar
bu emitasyon olayına ?! Neden onlarda Paul
& Shark Yatching firması gibi tepki
göstermiyorlar bu emitasyon hadisesine ?
Lacoste , Diesel ,Tommy Hilfiger nerdeler ;
yoksa onlar bu'' çakma'' olayından memnunlar
mı? Biraz önce saydığım iki, üç büyük firmadan
biri olan Lacoste üretimlerinin çoğunu Peru ve
bunun gibi Güney Amerika ülkelerinde yapıyor
ve ülkemizde de ''çakma'' Lacoste'ları görebilme
imkanımız oluyor. Neden onlarda Paul & Shark
Yatching firması gibi ;ürettikleri ülkelerde bazı
uygulamalara gitmiyorlar. Eğer sen dünya çapında
bir firma isen ve ürettiğin malları tüm dünya
giyiyor ise ; büyüklüğünü , baskınlığını , fazlalığını
o alanda göstermen gerekmektedir.

Türkiye'de perakendeciliğin çok iyi bir noktaya
geldiğini anlatan Paulo Dini , Türkiye pazarının
1997'de girdiklerini hatırlattı. 12 mağaza , 16
korner sayısına 2 yılda20 mağaza ve 20 korner
eklemek istediklerini açıklayan Dini,'' Türkiye'
de çok fazla büyüme niyetimiz yok. B ve A gibi
üst gelir grubuna hitap eden bir marka olarak bu
büyüklük yeterli'' diyor. Bana göre ; kendilerini
dünya çapında büyük giyim markası olarak
görenlerin, Paul& shark 'dan öğrenecek çok şey
olduğu açık. Firmaların özellikle de lüks giyim
firmalarının daha fazla satış yerine , geniş bir
kitleye seslenmek yerine ; bu '' çakma'' olayına
bişeyler yapmaları gerekir.

LG TÜRKİYE'DE BEYAZ EŞYA PAZARINDA

Her yıl yüzde 30 büyüyen ve 300 milyon dolar ciro elde eden LG Türkiye,nisandan itibaren beyaz eşya pazarında yer alacak.Firma, pazarlama çalışmaları için 10 milyon dolarlık bütçe ayırdı.Öncelikle Türkiye'de 1984 yılından bu yana irtibat ofisi ve distribütörleri aracılığıyla faaliyet gösteren Güney Koreli LG daha çok cep telefonlarıyla, LCD ve plazma ekran televizyonları ile tanınıyor.Bu sıralar firma iddalı olduğu bir diğer alan olan Türkiye'de beyaz eşya pazarına girmeye hazırlanıyor.LG'nin beyaz eşya ürünlerinin Türkiye'de fazla tanınmamasına rağmen dünyada 2. sırayı alması,LG'nin bu işte gerçekten iddalı olduğunu gösteriyor.LG Electronics 2006'da tüm dünyada çamaşır makinesinde yüzde 11,mikrodalgada yüzde 20,buzdolabında yüzde 10 pazar payına sahip.LG'nin Pazarlama Müdürü Kubilay Gökçe Kılıç'ın açıklamasına göre kendilerinin sahip olduğu bu başarı ile beraber genç nüfusuyla beyaz eşya tüketimi açısından büyük potansiyele Türkiye'nin cesaret verdiğini söylüyor.Eğer beyaz eşya alanında kuvvetli olan LG'nin Türkiye'de olması doğru bir karar.
Son dört yıldır her yıl yüzde 30 büyüyen LG Türkiye'nin 2007 cirosunun 300 milyon dolar ve şu an LG'nin pazarları arasında en hızlı büyüyen ülkelerden birinin Türkiye olduğunun altı çiziliyor.Kılıç'ın açıklamasına göre buharla çamaşır yıkayan çamaşır makinesi,LCD'li buzdolabı gibi premium ürünlerin pazara hareket getireceğini ve pazarı hareketlendireceği açıklamaları arasında.Tabii ki de yeni ürünler pazarda rekabeti harlandırır ve bu da ürünlerde çeşitliliğe ve yeniliğe yol açar.LG'nin yeni ürünler bazında gösterdiği bu tür atılımlar Türkiye pazarı için çok verimli olur.Öncelikli hedeflerinin yaygın ürün bulunabilirliği ve algılanmasıyla beraber güçlü bir marka kimliği yaratmaya çalışacaklar.Her zaman böyle olmuştur,öncelikli hedef yüksek satış rakamlarından çok,marka kimliğini oturtmaya ve hedef kitle ile güçlü bir iletişim oluşturmaktır.Gereken bağı zaten hitap ettiğin kitleyle oluşturabildiysen ne mutlu sana ne mutlu yaptığın ciroya:)Sonuç olarak,pazarlama çalışmaları için 10 milyon dolar ayırdıkları ve Türkiye'deki hedeflerinin uzun vadeli olduğunu,yerel üretime geçilmeyeceği söyleniyor.LG'nin Türkiye'deki beyaz eşya macerasına şimdiden bol şanslar.Bakalım pazarda ne gibi hareketliliğe sebep olacaklar.

18 Mart 2008 Salı

Teknoloji dünyasının en çok konuşulan telefonu IPHONE

IPHONE

Şu günlerde internetteki alışveriş sitelerinde, gazetelerde, haberlerde sürekli gördüğümüz dokunmatik ekranlı, şık görünümlü, süper özellikleri olduğunu sandığımız ıphone telefonlar teknoloji dünyasını şu sıralar en çok meşgul eden cihaz. Bütün herkes tarafından bu cihazın telefon dünyasında yeni bir çağ açtığı düşünülüyor. Çünkü yapılan reklâmlar, firma yetkililerinin ürün hakkında ki açıklamaları birçok ilk kuşak alıcı tarafından dikkatle izlendi ve başarılı da oldu. Bu sayede ABD de telefonun satışa sunulduğu ilk iki günde yaptığı 400 binlik satış rakamı da zaten reklâmların ve açıklamaların ne kadar etkili olduğunun en büyük göstergesidir. Firma yetkililerinin de yılsonuna kadar ki satış hedefleri 4 milyon kadar. Peki nerden çıktı bu ıphone? Apple zaten yıllardır ıpod a cep telefonu özelliği kazandırmaya çalışıyordu çünkü ıpod alan müşteri kitlesi firmadan bunu istiyordu ve sonunda başardılar. Yapılan reklamlar toplum üzerinde öyle bir etki bıraktı ki herkes bu telefonları her yerde bulabileceğini sanıyor oysa ürünün satışı sadece ABD de yapılmakta şu an için. Iphone lar 500 ve 600 dolar olmak üzere iki farklı fiyat üzerinden satışa sunulmuştur. Bunlar 4 ve 8 gb lık belleklere sahip olan iki ayrı modeldir. Peki bu ürünün maliyeti ne kadar? APPLE firması ürün başına 265 dolar 83 sent harcamıştır ve bunun en yüksek maliyetli kısmını 76,25 dolarla samsung tarafından üretilen işlemeci ve bellek oluşturmaktadır. Peki verdiğimiz para bu telefon için değer mi? Aslında bu telefon görünen aksine birçok özellikten mahrum. Bunlar; 3g desteği yok yani müşteri bu telefonla internete bağlanmak için GPRS/EDGE kullanmak zorunda. Artık son zamanlarda 3G desteği orta seviyedeki hemen her telefonda var.(NOKİA N73) Java ve flash desteği yok. İçerisinde ki pil çıkarılamıyor bu yüzden 300 – 400 şarjdan sonra müşteri fahiş fiyatlar ödeyerek değiştirmek zorunda bırakılıyor. MMS desteği yok. Tuşsuz yapısı nedeniyle tek elle kullanılamıyor. Fiziksel klavyeside yok.2 megapiksellik kamerası var fakat video çekmek ve zoom yapma şansınız yok. Bunlar telefonu fotoğraf makinesi gibi de kullanmak isteyen müşteriler için gerçekten önemli. Anlık mesajlaşma desteği yok yani telefona MSN veya YAHOO yükleme şansımız yok. Telefona müzik atabilmek için APPLE’ın üretmiş olduğu ITUNES adlı programı bilgisayarınıza yüklemeniz gerekiyor. Tabi böylece kendi diğer ürününde kullanılmasını sağlıyor.FM radyosu da bulunmuyor. Bu kadar fazla para vererek içerisinde birçok özelliği bulunmayan IPHONE etkili reklâm ve etkili pazarlama örneklerinin en iyilerinden biri. IPHONE bu eksiklerini dünyanın en iyi mobil oyun üreticisi olan Gameloft la anlaşma yaparak 2008 yılı içerisinde ıphone’a uygun oyunlar üreterek kapatmayı planlıyor. Bu telefon tabiî ki görünüş olarak güzel ve insanların buna ilgi göstermesi normal bütün bu eksikleri ve zor kullanımına rağmen ıphone’ nun satışları her geçen gün artacaktır.

16 Mart 2008 Pazar

Youtube'un Reklam Devrimi

Dünya çapında popüler görüntü paylaşma sitesi olan ve milyonlarca insanın kullandığı Youtube’nin reklam fiyatları televizyon reklamları için istenen fiyatların üstüne çıkmış durumda. Bunun başlıca sebebide kullanıcıların ilgi alanlarını kolayca görebilmekte yatıyor. Reklamcılar için en büyük sorun hedef kitlelere daha kolay ulaşmaktır. İşte tam bu noktada zekice hazırlanmış bir yöntemle her kullanıcı izlediği videoda bulunun öğelerden ilgi alanları ortaya cıkıyor ve ona göre bir reklam zinciri oluşturuluyor. Tam olarak sistem hayata geçirilememiş olsada gelecek için umut vaat etmekte. Örnek vermek gerekirse: arabalarla ilgili bir videonun yanında motor yaglarının reklamının kullanılması , Cem Yılmaz'ın gösterisinden bir bölüm içeren videonun yanında biletix veya AROG reklamının bulunması gibi basıt bir mantık izlenmiş. Şimdiye kadar uygulanan genel kullanıcı kitlesine yönelik reklamlar vazgeçilecek olması ve videoya özel reklamların kullanılması Youtube'unda gelirlerinde büyük bir artış sağlamış durumda. Reklamların içerdikleri konulara göre ''tag'' lanıp ayrılması şu an için en büyük zorluk. Buna benzer bir uygulama http://www.rivver.com/ sitesi tarafından uygulanmakta. Videolara eklenen reklamların gelirinin yarısı ekleyen kişiye verilmekte. Hata bunların e-mail yoluyla paylasılmayla kazanılan gelirden fazladan pay alabiliyorsunuz. Ücretsiz üye olunan sitede yüklediğiniz videolarla ilgili istatistikleri ve reklam gelirlerinizi sitede ki hesabınızdan kolayca takip edebiliyorsunuz.
Buradanda anlaşılacagı gibi reklamcılık artık ulaşılamayan kesime ulasmanın yolları konusunda sınırları zorlamakta. Fikirin cok basıt olması kımseyi yanıltmasın, gercekten hedeflediğimiz kitleye ulasma konusunda bence gercekten dahice bir adım. Televizyona yada gazatelere ilanlar verip tüketicilere ulaşıp ulaşmadıgını konusunda endişelenmektense direk olarak tüketicinin ilgi alanlarının içine girilmesi ile kesin bir '' reklam '' yapılıyor.
Tabi bizim bunları ne kadar izleyebileceğimizde önemli bi unsur. Mahkemelerin kararıyla sürekli erişimi engellenen Youtube gibi siteler ülkemizde geliceğide merak konusu. Mahkemelerin haklı yada haksız oldukları konusunda bir eleştiride bulunmayacağım zira özgürlükler kısıtlanıyor diye ülke insanım ayakta. Fakat bir bakıs acısı olarak şunuda eklemek isterim: ülke değerlerine bu kadar saldırı varsa ve uyarılar işe yaramıyorsa bu tarz sitelere erişimin engellenmesi (heleki Türkiye gibi internetti sömüren bi ülke için) cok büyük maddi kayıplara yol açar. Ülkemizdeki kullanıcıların en az %30u günde bir kez bu siteleri kullanmaktadır. Burdan cıkarılacak ders ise Youtube'a girilmeyen 1 gün milyon dolar kayıp sağlamaktadır.
İşin başka bir boyutuysa Türktelekom'un bu kapamalardan dolayı bayram ilan edilmesi. Belli pilot bölgeler VDSL uygulaması başlatılmısken 30Mbit hızlardan bahsedilirken yurtdışı cıkıslarının artırılmaması yüzünden yakında Google'ı bile acamayacak hale gelirsek şaşırmayın. Gün içerisinde bile bağlantı hızları vadedilene yaklaşamıyor , hergun kullanıcı sayısı hızla artıyorken yurtdısı cıkısını sabit tutmak sadece internetin türkiyede ölmesini sağlar. Sanırım VDSL in gelmesinin sebebi olarak Doğan grubunun İP TV ye geçiş isteği olarak yorumlanmakta. Tv yayın yurtiçinde yapılacağından yurtdışı çıkışını da artırmaya gerek yok. Böylece daha cok paraya toplayıp yurtdışı cıkıslarınıda artırmıycaklar.

Not : Bilmeyenler için İPTV (Internet Protocol Television) Televizyon/ve veya görüntü sinyallerinin genişbant (kablo internet/DSL) kullanıcısı aboneler veya izleyicilere internet protokolü üzerinden dağıtıldığı sistemlere denmektedir. Bu sistem genel olarak geniş bant işletmecisi tarafından sağlanan internet bağlantısına paralel olarak aynı altyapı üzerinde tahsis edilen bir bant genişliğiyle sağlanır. IPTV kendi başına bir protokol değildir. Halen tüm dünyada 100 milyondan fazla evde genişbant internet bağlantısının kurulu olduğu bilindiğinden IPTV’nin önümüzdeki yıllarda çok büyük bir hızla gelişme göstermesi beklenmektedir.

10 Mart 2008 Pazartesi

CEP TELEFONU : ÇOCUKLAR+(yaşlılar)


Geçenlerde gazetelerin birinde bir haber okudum.
Haber aynen şöyle diyordu. ''Cep'te yeni hedef
çocuklar ve yaşlılar''.Haberin devamından size
bahsetmek istiyorum. ''Dünyada 2.7 milyar
aboneye ulaşan GSM sektöründe yeni hedef ,
70 yaşın üstü ve 8 yaşın altındaki kullanıcılar''.
Açıkçası , bu yazıyı okuduktan sonra şöyle bi
duraksadım.Bu kadar insan cep telefonunun
zararlarından bahsederken, 8 yaşın altındakiler
için cep telefonu üretmek nerden çıkıyor. Daha
sonra bir araştırma yaptım; cep telefonunun ufak
yaştaki çoçuklar için zararlarını öğrenmek için.
İngiltere Radyolojik Koruma Kuruluna göre ; cep
telefonları küçük çocuklarda tümör riski yaratıyor.
Açıklamalar bir yana dursun, ceptelefonunun
bize sağladığı avantajları ve yararları görmezlikten
gelemeyiz. Cep telefonumuz yoksa , varlığımızında
bir anlamının kalmayacağı günlere doğru koşar
adım gidiyoruz.Kısa sürede elimiz ayağımız
zannettiğimiz bu cihaz sayesinde konuşuyor,
yazışıyor,fotoğraf çekiyor,müzik dinliyor,
haberdar oluyor,hesaplarımızı düzenliyor,
ödüyor ,harcıyor ve daha pek çok şey yapıyoruz.
Ancak sağladığı avantajlar yanında bizden neler
götürdüğünü de kavrayabilmemiz gerektiğini
düşünüyorum. Yazımın ilk cümlelerinde de
belirttiğim gibi artık GSM şirketleri yeni
hedeflerini belirlemiş gibi gözüküyor. Benim
endişem şu ki ; yaşılar bir yana çocuklardan
neler götürebileceğini ,artık insanlarımızın böle
oyunlara gelmemelerini belirtmek istiyorum.
70 yaşının üstündeki birinin ya da 8 yaşının
altındaki bir çocuğun cep telefonlarından pek
te yarar sağlıcakları kanısında değilim.Ama
şunuda diyebilirsiniz:- aman efendim artık her
üretilen şeyin insan sağlığına zararı var , neyin
yok ki? . Size hemen bunun cevabını, önemli bir
profesörün referansıyla verebilirim.Prof. Dr.
Selim Şeker , kulağımızın neredeyse içine sokup
beynimize bu kadar yakın tuttuğumuz ,
elektromanyetik radyasyon yayan başka bir
cihazın olmadığını belirtiyor ve şöyle diyor:
''Diğer aletlerin kullanımında aldığımız zararları
vücut kendini yenileyerek berteraf edebiliyor ,
oysa cep telefonunu yoğun kullandığımız için buna
firsat vermiyoruz. Cep telefonun kullanımı gün
geçtikçe artıyor , dolayısıyla daha da bağımlı
oluyoruz ve tehlike giitkçe büyüyor. Burda
anlatmak istediğim şu ; her ürünün sağlığa
zararı var deyip , elimiz kolumuz bağlı
olmuşçasına oturmamızın, bunlara hiç bir tepki
vermemizin anlamı yoktur. Eğer böle giderse
genç nesil ortalama 40-50 yaşına gelince
hayatlarını kaybedecek ve dünya bir felakete
sürüklenecektir. Bakalım şimdi çocuklara ve
yaşlılar için yeni bir strateji geliştirenler,
o zaman telefonları satçak yaşlı bulabileceklermi..



9 Mart 2008 Pazar

DÜNYANIN İLK VE TEK DÜĞÜN KANALI


Geçenlerde uydu kanallarını şöyle bir incelerken daha önce gözüme takılan,ve bir türlü bakmaya fırsat bulamadığım ya da belkide üşendiğim için:), yayınlanan DÜĞÜN TV kanalına biraz göz attım.İlk önce baktığımda saçma geldi,bildiğimiz düğün çekimlerini almışlar yayına koymuşlar.İçimden dedim ki 'yav kardeşim sırf düğün izlemek için oturup bunu izleyen insan varmıdır diye'.Sonra internet üzerinden kısa bir araştırma yaparak esasında olayın gerçek yüzünü öğrendim.Esasında çok yaratıcı bir yatırımdı medya üzerinden.Birçok insanın yorumlarına baktım 'yav böyle birşeyde zaten Türklerden başkasının aklına gelmezdi' diye ilginç yorumlar vardı.Hakkatende öyle ama böyle birşey ancak Türklerin aklına gelirdi.Ama nasıl yorumlanırsa yorumlansın Mehmet Çoban'ın sahip olduğu DÜĞÜN TV sıradışı bir televizyon kanalı.Almanya'da yayın yapan kanal'ın temel hedefi,AB sınırları içinde yaşayan gurbetçi Türklerin düğün,nişan ya da özel toplantılarını dost ve akrabalarıyla paylaşmalarına aracılık etmekti.İnsanları biraz eğlendirmek ve elbette para kazanmak:)Mehmet Çoban kurduğu DÜĞÜN TV kanalıyla uydu üzerinden tv yayıncılığı yapan ve kıran kırana rekabetin olduğu yayıncılık sektöründe en yaratıcı patronlardan biri olduğu kesin.

Şimdi bu kadar emin nasıl konuşabiliyorsun diyebilirsiniz fakat araştırma firması Datamonitor'un verilerine göre 2006'da yüzde 26 büyüyerek 343 milyon dolar ciroya ulaştı.Uydu üzerinden yapılan televizyon yayını pazarı 2001 yılında yakaladığı 21.8 milyar dolardan 2006 yılında 49 milyar dolara yükseldi ve sonuçta yüzde 122'lik bir büyüme elde edildi.Mehmet Çoban bu fark yaratan projesiyle,yüksek rakamların bulunduğu bu sektörde,daha önce hiç girilmemiş bu alana yönlenmesiyle kendisine sadakatle bağlanan bir izleyici kitlesi oluşturabilmeyi başarmış.Onun için Çoban bu alanda yırtıcı bir rekabetten hayli uzak.Avrupa'da en fazla göçmen sayısına sahip olan Türkler olduğu içinde Çoban bu yönden hayli rahatlıyor.Hesaplara göre Çoban her yıl yaklaşık 900.000 euro para kazanıyor ve cirosuna 600.000 euroyu aşan reklam gelirleri de eklendiğinde sonuç 1,5 milyar euro'yu buluyor.İşleyiş bakımından incelediğinizde adamlar hakkaten tıkır tıkır işleyen bir sistem kurmuş.Size şöyle anlatayım;düğün ya da çeşitli etkinliklerinin yayınlanmasını isteyen Türkler bunu bir CD ye kaydetip kanalın Münih'teki merkezine götürüyorlar.Süresi iki saati geçmeyen görüntülerin yayınlanması için 350 euro ödeniyor ve yayın tarihi öğrenildikten sonra Türkiyedeki akrabalara haber veriliyor ve ekran karşısına geçiliyor.Günde 3 tane düğünden yola çıkarsanız kanal günlük 1000 euro kazanıyor,yalnızca görüntülerden!

Kanal yalnızca görüntülerden para kazanmıyor,bazen gurbetçiler düğünün canlı yayınlanmasını istiyorlar ve bu da onlar için yayın başı 5000 euro ya patlıyor:)Kanalda haftada iki adet müzik programı yayınlanıyor ve bir müzik programının yayın ücreti ise 500 euro.Bu döngünün kusursuz şekilde döndüğünü hesaplarsak Mehmet Çoban yıllık yaklaşık 1 milyon euroluk ciro yapıyor.Valla böyle bir sektörde kılını kıpırdatmadan para kazanmak ne güzel bir iştir,direk eline sürmeden aldığı görüntüleri yayına veriyor ve para kazanıyor,canlı yayınlara harcanan bir takım masraflar hariç.DÜĞÜN TV üzerinden yapılan bazı reklamlarda var,bunlar Türk kuyumcular ya da düğün malzemesi satanlar.

Mehmet Çoban'a sormuşlar 'böyle bir fikir nereden aklınıza geldi?'diye.Bir gün izlediği bir Alman kanalında seyrettiği bir tartışma programında ''Türklerin sosyal buluşma,kendilerini ifade ettikleri yerler camiler ve kahvelerdir.'' diye bir yorum duymuş ve bu yoruma isyan ederek ''O an Türklerin sosyalleşme alanının düğünler olduğunu farkettim''diyor Çoban ve böyle bir projeye adım atıyor.Camilerin ve kahvelerin yalnızca erkeklerin sosyalleşme ortamı olduğu,kadınlı-erkekli sosyalleşme ortamının en yaygın olduğu yerlerin düğünlerin olduğunu farketmiş.

Şu anda DÜĞÜN TV'de işler yolunda,24 saat yayın yapan DÜĞÜN TV bünyesine şu sıralar ''İthal Gelin'' adlı bir sit-com dizisi katma yolunda.Benim yorumuma göre gerçekten yaratıcı bir girişim,daha önce denenmemiş olması büyük bir avantaj,bu tür yaratıcı girişimlerin sektörlerde farklı yolların açılmasını sağlamasıda çok iyi bir durum.Bakalım daha ne yaratıcı fikirlerle karşılaşacağız...

5 Mart 2008 Çarşamba

AMACIMIZ NE !?

Son yıllarda özellikle kola çevresinde bir milliyetçilik
mücadelesi gözleniyor. Mekke kola ve Zem Zem kola, bunun iki örneği. Son bir örnek de ülkemizde
yaşandı: Kola Turka. Ben bunu bi reklam anlayışı olarak görmüyorum, amaç eğer ürün satmak ise , Kola Turka
reklamları hedefini bulmuş görünüyor.Bu tip reklam ların bazı sakıncaları olduğunu düşünüyorum.Bunun adı , ürün satmak adına halkların önyargılarını sömürmek ve özellikle de nefret duygusu yaratmaktan başka bir şey değildir.En önemliside taraf olgusu yaratmaktır.Pazarlamada bir markanın başka bir markaya göre belli şeylerden dolayı avantaj sağladıklarını görebiliriz. Bu son derece doğal bir yaklaşımdır, ancak; eğer bu rant milliyetçilik üzerinden , siyasi ve etnik kimlik üzerinden yapılyorsa , bu işin arkasında farklı düşüncelerin olduğunu görmemiz gerekir.
İleride artık insanlar Kola Turka içiyorlar diye ; müslüman , Coca Cola içiyolar diye ; müslüman değil gibi belli asılsız ve çirkin kalıp lara sokmazlarsa hiç şaşırmam. Asıl amacın artık ne ol duğunu görmemiz gerektiğini düşünüyorum , asıl amacın artık bu ülkeyi bölmek olduğunu , insanların dini istismar ederek belli başlı şeylerden rant sağlıyarak iktidara geldiklerini belirtmek istiyorum. Ben bu tür kampanyaların kısa vadede başarılı gibi görünmesine rağmen , uzun vadede işe yarayacağına inanmıyorum.Hatta ters tepeceğini düşünüyorum. Kola Turka kazandığı market payını büyük bir kısmını kaybedebileceğini bile söyleyebiliriz.






4 Mart 2008 Salı

Garanti Bankası'nın Yeni Hedef Kitlesi



Uzun zamandır Garanti bankasının internette çoban cocuk adıyla adlandırılan reklamını şaşkınlıkla izlemekteyim. Takdir edersinizki reklam garanti bankasın tarzına uymayan bir yaklasım içinde hazırlanmış. 1995 yılında reklam hayatına sucu cocuk goruntusuyle atılan garanti bankası: '' bankacılıktan kazandıklarımızı gene bankacılığa yatıracağız '' , '' daha cok hizmet daha cok müsteri demek'' sözleriyle iddalı bir gitiş yapmıstı. Bu reklam hala müziğiyle, siyah beyaz görüntüsüyle akıllardadır. İlerleyen yıllar garantinin sucu çoçugunu buyutmus garanti bankası hedeflediği genç dinamik kitleye yönelik bir sürü reklam hazırlamıstır. Özellikle cep telefonu , anahtarlık , saat seklindeki kredi kartları ingilizce popüler şarkılarla süslenerek hedef kitlenin beyenisine sunulmustur. İnternet bankacılığı konusundaki son reklamları ise : '' yazık deilmi Carlos'a'' Dünya'nın en hızlı sol kanat defans oyuncusunu kullanarak dinamik bir reklam hazırlamışlardır.

Garanti'nin geçmiş reklamlarına göz attıktan sonra bir çoban çoçugunun keçileri otlatması ve arkadaki saz ezgilerini biraz yadırgadım. Simdiye kadar bu kadar basırılı reklamlar cıkarmıs olan garantinin elbet bir amacı vardı bu reklamı yayınlamakta diye düşündüm. Özellikle internette reklamı bulup bir iki gün izledikten sonra aklımdaki soruların çoğuna yanıt buldum. Reklamı izlemeyenler için kısa bir özet geçmek gerekirse: tarlada keçilerini otlatan kucuk bir coban, bir kayanın ustune tastan küçük bir ev yapar , arkasından bi anda yer yarılır ve içinden fabrikalar yollar kısaca modern bir sehir cıkar ortaya. Kösedeki evdeyse cocugun modern bir hali belirir ve ezik çobanımıza el sallar. Bunu ilk izleyen herkes sanırım garanti bankasının hedef kitlesini değiştirdimi sorusunu aklına getirir. Gercekci bakmak gerekirse genç ve dinamik müsteri kitlesi atmlerin önünde bir ''hanzo'' çoban görseler muhtemelen para cekme işlerini ertelerlerdi. Bilindiği gibi bu kesim hem kendini köylü kesimden koparmıs hemde arasına sert sınırlar koymustur. Bulundukları yasam alanına bu insanların girmesi halinde evlerini terk edecek konuma bile gelmişlerdir. İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerde kurulmaya baslayan diyer bütün kentten kısaca düşük gelirli kesimden uzak kucuk apartman sehirlerinin amacıda sanırım budur: özel güvenlik , sosyal statüsünü belli eden evler, kımsenin bu alana erişemiyeceği düşüncesi vs.

Garanti bankasınınbu reklamla bir cok müsterisini kaybediceği düşünülebilir. Belirlediği yeni hedef kitlesini bu kadar acık bir sekilde belli etmek , Ziraat yada Halk Bankası hedef kitlesini kendine çekip bu 2 gruptan bir sentez yapma düşüncesi intahardan baska bişey deyildir. Aynı zamanda yeni hedef kitlenin getiriside tartısılacak seviyededir. Gelir düzeyi dusuk 10 kişidense bir banka için cok zengin 1 kişi her zaman cok daha karlıdır, ne yazıkkı capitalist düzen bunu getirir.

Tüm bu düşünceler kafamda dolaşırken reklamın sonunu dikatli izlemediğimi farkettim. Ekran yeşil olduktan sonra ortaya cıkan yazı aslında bütün bu düşüncelerimin yanlış oldugunu gösterdi bana : Türkiye' nin en cok kredi veren bankası Garanti. Kısa bir beyin fırtınasından sonra Garanti bankasının hedef kitlesini deyiştirmediğini aslında diyer kitleleri kendi hedef kitlesine katma düşüncesi aklıma geldi. Reklamda acık bir şekilde gözümüze sokulan sey küçük cobanımızın o evde o cocugun yerinde olma istemiydi. Tıpkı gercek hayatta köyden kente gelen kesimin İstanbul'un Reyna yasamına özenmesi ama asla kabul edilmemesi gibi. Biraz abartılı yaklasamda gerçekci olarak bakınca genç dinamik olupta Reyna'da Akmerkez'de oturmak isteyen bir suru düşük gelirli genç dinamik kesim var. Bu kesim köylülüklerini buyuk bir ölçüde bırakmıs ama sadece gelir düzeylerinden ötürü bu yasam tarzına kabul edilmemişlerdir. İşte burda Garanti bankası bu insanları kendi hedef kitlesinin içerisine katma isteğini belirtmektedir. Size kredi verelim, aldıgınız krediyle yatırım yapın ev alın , iş kurun ve sizde bu yuksek kesimin içine girme sansı yakalayın demekten başka birsey değildir bence. Aslında bankamız Ziraat yada Halk bankasının müşterilerini almak deyil onlarını kendi müsteri tarzına çevirme düşüncesi içerisine girmiştir. Böylelikle hem kısıtlı olan zengin dinamik hedef kitlesini kaybetmiycek, hemde diğer bankaların hedef kitlesini kendi kitlesi tarzına çevirebilecektir. Arkada çorak arazinin içinde bir anda olusan sanayi fabrikaları ( ilk görünen fabrikalar ) ardından olusan modern sehir ve evler o küçük çocugu nasıl etkilediyse eminim simdiden alt gelir düzeyindeki gruplarıda etkilemiştir. Dinamıklık öyesi kaybolmasın diye çobanın küçük bir cocuk olmasıda başka bir unsurdur.

Düşüncelerimi toparlamak gerekirse Garant Bankasının su anda farklı kitleleri bir araya getirdiğini düşünmüyorum. Bence asıl amaçları diyer bankaların kilelerini kendi kitlelerine çevirmektir. Bu deyişim içerisine girmek isteyen cok geniş bir kitle oldugundan Garantinin müsteri sayısını artıracagını düşünmekteyim, tabi su an sahıp oldugu müşterilerin '' sonradan görme'' olarak değerlendirecekleri bu insanları ne kadar hazmedecekleride merak konusu.

3 Mart 2008 Pazartesi

HER ŞEY MÜŞTERİ ÇEKEBİLMEK İÇİN


Bildiğimiz üzere bu sıralarda Garanti Bankası'nın internet sitesinden 1000 YTL'lik hisse alan ya da satan müşterilerine Audi A5 kazanma şansı verdiği ve bu sayede yeni müşteriler kazanmakla birlikte işlem hacmini arttırmayı hedefliyor.Bunun için çeşitli kampanyalar düzenleyen bankalar,bonus,puan,para puan ve uçuş milinden,lüks otomobile kadar çeşitli armağan ve promosyonlar vadediyor.Başka bir örnek vermek istersek,Denizbank 6 ay taksit öteleme imkanı sunuyor.HSBC ise,Pegasus Kart ile müşterilerine 20 YTL'lik uçuş mili hediye ediyor.Garanti Bankası Şubesiz Bankacılık Birim Müdürü Barbaros Uygun,Audi A5 kampanyasına başladıkları günden bu yana işlem hacminde,işlem yapan müşteri adedinde ve pazar payında başarılı bir artış trendi yakaladıklarını belirterek ''Dört haftada işlem hacminde ve işlem adedinde yaklaşık yüzde 25'lik bir artış sağladık.'' ve diyor ki ''Türkiye'de bu alanda yüzde 25 oranındaki artış,agresif hedefleri bulunan bir bankada,aşağı yukarı 8 aylık bir hedeftir.'' diye konuştu.Pazarlama yöntemlerinin içinde en yaygın yöntemlerden biri olan promosyon,gerçekten de insanların ilgisini çeken bir hadisedir.Örnek vermek istersek Coca-Cola'da bu yolla gerçekten büyük bir müşteri kitlesine ulaşmıştır(2,5 lt Coca-Cola alana 1 adet bardak hediye).Özellikle bankalar promosyon konusunda şuanda büyük bir ilerleme kaydetti.Garanti Bankasından söz etmiştik,Denizbank 'FitKredi' ile ilk taksidi 6 ay ertelenen kredi hazırladı.Kredide düşük taksit ve taksit tutarını belirleme imkanı veriliyor.15 Mart'a kadar 100 YTL'ye bireysel emeklilik yaptıranlara 50 YTL'likbonus hediye.HSBC ise Pegasus Kart ile müşterilerine 20 YTL'lik hediye uçuş mili veriyor.Advantage Kart'a sahip olan müşterilerine ise alışverişte nakit puana ek olarak uçuş puanı kazandırıyor.Bunun yanında TEB, 'molalı kredi' ile kredi ödeme süresi boyunca gecikme faizi olmadan,ödemelere her yıl 2 ay ara verme kolaylığı sağlıyor.

Her köşe başına bir mısırhane






Son günlerde etrafımızda ellerindeki bardakların içindeki mısırı kaşık kaşık yiyen insan sayısındaki artış mutlaka gözünüze çarpmıştır.Bunlar aslında yeni kurulmuş olan mısırane firmasının birer franchise verilmiş olan satıcılardan alınan mısrıları tüketen insanlardır.Bunlar düşük maliyetli bir yiyeceğin nasıl en iyi şekilde pazarlandığının birer örnekleridir.Çünkü orada satilan bütün ürünün maliyeti satıcıya sadece 0.40 kuruş olmasına rağmen bu ürünler bize 5 liraya satılıyor ve o kadar hızlı çoğalıyorlar ki nerdeyse her köşe başında bir mısırhane görmeniz mümkün. Tabi bu kültür nereden geliyor diye hiç araştıran oldu mu? Ben size söyliyim bizim SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ olan ABDULLAH GÜL'ÜN oğlu tarafından ülkemize sokulan tonlarca mısır en karlı ve hızlı şekilde nasıl eritilir tabii ki ancak bu şekilde yapılabilir.Ayrıca bu kadar pahalı ve lezzetli mısırlar kanserojen madde içeriyor.Çünkü bu ürünler önce vakumlanıp hava almayan özel torbalara konuyor ve donduruluyor daha sonra haşlanıp içine koyulan sebze çeşnisi,soya sosu, peynir gibi maddeler sayesinde güzel ve lezzetli hale geliyor, bunuda bize maliyetinin 10 katı gibi bir fiyatla satıp, hem insanların sağlığına hem de cebindeki parasına zarar veriyorlar.Bu da tabii ki Starbucks hadisesi gibi olacaktır. Çünkü bizim halkımız ilk çıkan herşeye muazzam bir talep gösterip daha sonra kendilerini geri çekiyorlar.Ben arkadaşlarımla geçen sene çok iyi hatırlıyorum mutlaka haftada üç dört defa starbucks tan kahve içiyorduk.Neymiş 7 ytl verip kahve içiyorsun onu içsen ne olur içmesen ne olur, bu sene ise daha sadece 2 defa Starbucks’tan kahve içtim ve kendimde bir eksiklik hissetmiyorum aklımın ucundan bile geçmez şu anda gidip de Starbucks’tan kahve almak.Bu mısırhane olayıda gelip geçici birşey sadece ilk heves.Türk halkı mutlaka bundan da bir iki sene içinde sıkılır.Sayın Cumhurbaşkanımızın oğluna getirdiği mısırlar için çok teşekkürler başarılarının devamını dileriz...



Ye Çikolatayı Kap Arabayı



Son günlerin yeni çikolata ve gofret satma tekniği olan çikolata yiyip hediye kazanma yada kadın elbisesi giyip çikolatayı bedavaya getirme gibi reklamlara ve kampanyalara çok kıl oluyorum. Kampanya hepimizin bildiği gibi ürünün ambalajının içinde olan şifreyi mesaj atarak çekilişe katılmaktan ibaret. Tek bir şifre göndermek büyük ödülü kazanmak için yeterli olsada tabiki de daha çok şifre yollayıp kazanma şansını artırmakta gerekiyor. Bu bilindik yöntemin beni kıl eden tarafı araba kazanmak uğruna dünyanın çikolatasını yiyeceğim, şifreyi mesaj atacağım ve çekilişlere katılacağım. Eee sonra? Şöle özetliyeyim yüzümün her yerinde sivilceler çıkacak, olan benim kontörlerime olacak bir de üstüne arabayı kazanamamanın verdiği hayal kırıklığıyla sağlam bir depresyon beni bekliyor olacak. Altıma Dodge Nitro'yu, Audi TT'yi veya BMW Z4'ü çektiğim vakit sivilcelerim olsada önemi yok diyenlere malesef katılamıyacağım. O suratla altına ne çekersen çek boş.


Bu tür kamyanlara bu kadar karşı olmamın sebebi bu güne kadar haydan gelen bir şeye sahip olamamam olabilir :) Haydan geleni bıraktım bakkala kim gitsin diye bile kura çektiğimizde çıkan hep ben oluyorum. Anlıyacağınız biraz şanssızım. Ama çevremdede hiç kimseden "Abi bir çekilişe şifre yolladım hediye kazandım" diye bir şey duymadım. Burdan tüm çikolata üreticilerine sesleniyorum bana araba yerine içi fındık, fıstık dolu çikolatalar verin. Artık araba verelim satışları arttıralım mantığından kurtulun ve daha yaratıcı olun.