24 Mayıs 2008 Cumartesi

Reklamlar Vol. 2


Yaz gelidi, havalar ısındı, yazlıklar valizlerden çıktı ve yazlık reklamlarda bir bir dönmeye başladılar. Dondurma olsun, içicek olsun, ağda veya epilasyon aletleri olsun gün içinde gördüğümüz reklamlar.
İçecek reklamların da öne çıkan iki farklı ürün var bunlardan biri soda diğeri de su reklamları.

Aç Bir Meyveli Sırma sloganıyla yola çıkan firmanın reklamını izlemeyip sadece izlediğiniz Coca-Cola’nın bir zamanlar kullandığı şişeyi açıp bardağa döküldüğünde çozurdayan sesini andırıyor ve aklıma kalkıp kola içmek geliyor hem ayrıca soda okadar cozurdamaz ki. Bir diğer soda reklamıda İçecek Değişecek sloganıyla Fresha reklamın da beyaz Converse’li bir delikanlı elinde Fresha’yla yürüyor ve bir şey içmeye niyetlenen herkez çocuğamı bakmaktan mı yoksa fresha’dan mı bilinmez üstüne başına döküyor. Bence bu reklamı Omo reklamına bağlamalılar. Su reklamlarında ise vurgulanan altı haftada bir vucudumuzdaki suyun içtiğimiz suyla yer değiştirdiği gerçeği ve doğru terciğin onların olduğu vurgusu.

Dondurma reklamları ise çocuklara ve yetişkinlere hitaben iki çeşit olarak görüyoruz. Magum reklamı yine hoş ve izlenesi bir reklam özellikle bayanlar için Josh Holloway'ı görmek için Digiturk’te Lost’un yeni bölümünü beklemelerine gerek kalmıyor. Bir diğer dondurma reklamıda Golf Bravo. Bu yeni reklamda Ülker’in modernleşme açısında gerçekten başarılı adımlar attığının göstergesi.

Üçüncü reklam grubumuzda ise global reklamların üstüne Türkçe çevirilerle bize uygulanan reklamlara söylenecek pek fazla bir şey yok her seferindeki gibi en kısa tüylerinin bile alınacağı garantisi veriliyor reklamlarda.

Sezonun çok başında olduğumuz günlerde merakla bekliorum bizi daha neler bekliyor.

Reklamlar Vol. 1



Cuma gecesi ertesi sabah italyanca finali olduğu için evde bezerek vakit geçiriyordum. Televizyondada hiç birşey olmadığı için zaplayıp duruyordum ve bir kanalın reklam kuşağına takıldım ve çok kötü şeyler gördüm...

Son zamanlarda piliç firmaları böyle bir atağa kalkmış ve reklamları kanal kanal gezmeye başlamışlar ama rekramları gerçekten çok kötü. Bey Piliç reklarında 7’den 70’e halktan karakterlerimiz ürünün ne kadar lezletli olduğunu Bey Piliç taklidi yaparak anlatıyorlardı. Akılda kalıcığı olmayan ve çıktığı zaman kanal değiştirilesi bir reklam. Daha kötüsü ise CP Piliç reklamları; Seda Sayan’ın ve Müslüm Gürses’in oynadığı, seslendirmesini Kadir Çöpdemir’in yaptığı reklamlarda salatadan suratları tasvir edilen ünlülerimiz ürünü met ediyorlar. Sinir bozucu reklamlar kategorisine ilk sıralara yerleştirebileceğimiz bir reklam kampanyası diyebiliriz. Bu aralar reklamların aranan ismi Müslüm Gürses, Filli Boya’nın reklamlarıyla göründü önce ardından Coca-Cola’nın “bırrrrrrrrrr” reklam serisinde gördük ve şimdi hem Vestel’in Doktor V’sinde hemde CP Pilicin reklamlarında görüyoruz. Yıllarca arabesk söyleyen Müslüm Baba, o ağırlığı önce bır’layarak sonrada Doktor V’den yardım isteyerek kaybetti.

Daha çok başarısız reklam varken aslında başarılılardan bahsetmek daha güzel olucak. Get Real sloganıyla çıkan Chevrolet arabalarıyla olmada güzel reklamlarıyla dikkat çekiyor. Aveo modeline reklam filminde gerçek dışı arabaları olan komşularla Chevrolet’i olan komşular karşılaşıyor ve sloganımız çıkıyor. Son günlerdeki Nike rekları son derece hoşuma gidiyor Sıradaki Gelsin sloganıyla yola çıkan Nike bir futbolcunun gözünden maçtan, günlük yaşamından ve antremanından sahnelerden oluşan rekramlar gayet dikkat çekici ve bağlayıcı. Ayrıca Magnum ve P&G’yi gönülden tebrik ediorum global reklamlar yerine bizim için Türk oyuncularla reklamlar çekiyorlar. Uzun lafın kısası sayın reklamcılar reklam filmleri çekerken lütfen biraz daha özenli ve mantıklı olun.

22 Mayıs 2008 Perşembe

Coca-Cola vs. Pepsi




Günümüzde sofra içecekleri arasında ki en büyük rekabet yıllardır süre gelen Coca-Cola ve Pepsi rekabetidir. Coca-Cola bu yarışta hep önde de olsa Pepsi asla takibi bırakmamıştır. Coca-Cola bu başarıyı Türkiye pazarına girerken elde etmiş olup insanlara kolanın Coca-Cola olduğunu benimsetmiştir. Günümüzde Pepsi hangi tutundurma stratejisini kullansa başarılı olamamıştır. Coca-Coca ayıcık, bardak, tabak, çanak verirken Pepsi Apple thouch vermesi bile çok işe yaramamıştır. Pepsi Beyonce’yi, Pink’i veya Beckham’ı, Tiery Henry’i oynatıp global reklamlarını Türkiye’de yayınlarken Coca-Cola ramazan reklamlarıyla Türk pazarına uygun reklamlarla satışlarını artırmıştır. Son zamanlarda pisaya çıkan ve light kola içmekten çekinen erkeklerin tercihi olan şekersiz kolaları ele adlımızda ise Pepsi Max’ın pazara daha erken girmesine rağmen Coca-Cola Zero’nun gölgesinde kalmaktan kurtulamamıştır. Pepsi reklamların da Aysun Kayacı’yla öpüşüp koklaşan erkekler kullansa da ve her yudumda onunla öpüşme şansı bulsalar da ürünün özelikleri tam anlamıyla anlatılamamıştır buna rağmen Coca-Cola’nın “iki güzel şey bir arada olur mu?” sloganıyla Zero’nun hep şekersiz olduğunu hem de bilindik kola tadında olduğunu vurgulamıştır. Yeni çıkan bu iki çeşidin kola içmeyenlerin içmeye başlamasını sağlayacağını düşünmesem de yinede başarılı girişimler olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Coca-Cola’nın ne yapsa satabileceğinden de şüpem yok.

Sonuç olarak Coca-Cola’nın Türkiye’de daha fazla satmasının sebebi geçmişte atılan sebeplere ve günümüzde atılan adımlara dayanıyor.

Ağızdan ağıza pazarlama nedir?

Ağızdan ağıza pazarlama yeni dönemin en etkikili hizmet ve ürün pazarlama yollarından biridir. Bu yöntem müşteriler, ürün ve ya hizmet satın aldıktan sonra hakında olumlu söylemlerde bulunmaları ile başlar ve ücretsiz, güvenilir ve odaklı pazarlama mesajı verirler. Sözcükler genellikle çok hızlı yayılırlar ve neredeyse önüne geçmek imkansızdır. Başka hiçbir pazarlama taktiği, tek pakette böylesine bir avantaj sunamaz. Ağızdan ağıza pazarlama, geleneksel pazarlamadan çok daha etkili bir yöntemdir. Bunun sebebi ise değişen dünyada yeni müşteri profilinin oluşmasıdır. Bu yeni müşteri profili daha eğitimlidir ve satın alma işleminde ipleri eline almış durumdadır yani artık firmalar satış yapamıyor, insanlar kendileri alıyorlar ve firmalar onlara sadece yardımcı olabiliyorlar.

Ağızdan ağıza pazarlamanın temel mantığı hizmeti ve ya ürünü kullanan kişinin çevresine tavsiye etmesidir. Bir ağızdan ağıza pazarlamasının başlaması katogoriye uygun bilgi ileticisinin seçilmesidir. Daha sonra yapılması gereken çevresi geniş olan ve “chat leader” diye adlandırılan bu insanlara ücretsiz numuneler göndererek kullanmalarını ister ve memluniyetleri karşısında ürünü çevrelerine tavsiye etmeleri istenir. Bu durum tamamamen dürüst bir ikili ilişkiye dayanmaktadır. Eğer bunu bir konsept olarak kabul edersek, bu konsept; tüketicilerle pazarlama konseptidir, tüketicilere pazarlama değil. Konseptin başarısı belirtildiği üzere dürüstlüktür ve paylaşılan fikrin gerçekliğinde yatmaktadır.

Gerçek ağızdan ağıza pazarlama ahlak dışı değildir. Etik olmayan uygulamalar ağızdan ağıza pazarlama olarak adlandırılmaz; stealth (gizli) ya da shill (yem) pazarlama olarak adlandırılır. Gizli ya da yem pazarlama bir bireyin gerçek fikrini söylememesidir. Firmalar ağızdan ağıza pazarlama yöntemini para karşılığı insanların kendi ürünleri tavsiye etmesi şeklinde kullanmaya kalkarlarsa çok büyük bir yanlış yapmış olurlar. Çünkü uygulanan bu yöntem etik olmamakla beraber tüketici ile firma arasındaki ilişkiyi zedeler. Ayrıca yapılan bu uygulama asla ağızdan ağıza pazarlama olarak adlandırılmaz. Geçmişte büyük firmalar dürüst olmayarak ağızdan ağıza pazarlama yöntemini kullanmışlardır. Bunlardan bir tanesi 2002 yılında Ericcson’un kameralı cep telefonu modellerini oyuncular kullanarak metetmesidir. Altmış turistik şehirde onar tane oyuncu kullanarak, onların turistlerden fotoğraflarını çekmeleri isteyerek, nezaket örneği gösteren turistlere telefonun özelliklerini anlatmaya başlayarak gizli pazarlama yapıyorlar. Şeffaflık ve dürüstlük kriterlerine uymadığında ve oyuncular kullandığı için ağızdan ağıza pazarlama olarak kabul edilmez.

Bu tip uygulamalar yerine firmalar öncelikle kendilerine “Benim ürünüm gerçekten iyi mi? ” sorusunu sormaktadır. Eğer çıkan cevap olumlu ise firma ağızdan ağıza pazarma yöntemini uygulamaya geçebilir. Numuneler dağıtılır ve geri dönüşler beklenmeye başlar. Bu aşamada firma kullanıcıya hiç bir mudahilede bulunumaz çünkü ağızdan ağıza pazarlama bir ürün ya da hizmet hakkında dürüst fikirlerin paylaşımıdır. Ama sorunun cevabı olumsuz ise her şeye sil baştan baştan başlanmalıdır çünkü ürün ihtiyaçlara cevap vermiyorsa, ağızdan ağıza pazarlama işlemez.

Unutulmaması gereken yegane konu ise ağızdan ağıza pazarlamanın doğal bir olduğudur. Eğer ürün yeteri kadar iyi değilse ve tüketicinin beklentilerini tam anlamı ile karşılamıyorsa ağızdan ağıza pazarlama bir bumerang etkisi yaparak ilk başta ürüne sonrada firmaya zarar verebilir. Buna sebep olmamak için ürün geliştirme sürecinin en başından incilenmesi gerekmektekdir.

Yukarıda beriltildiği üzere ağızdan ağıza pazarlama basit olarak tüketicinin ürünü kullanması ve çevresine olumlu ve ya olumsuz düşüncesini söylemesidir. Hiç bir şekilde müdahile olmaksızın bu doğal bir olay gibi gözüksede firmalar hem ürünleri hakkında geri bildiri almak için hemde en basit ve masrafsız şekilde reklamlarının yapmaları bu konseptin etkili kullanılmasına bağlıdır. Ağızdan ağıza pazarlama bir deneyim aktarımıdır ve bu konspet eski pazarlama stratejilerinden bin kat daha etkilidir. Busebeple konseptin gücü asla küçünsenmelidir. Sunuç olarak, stratejinin belirlenmesi, ürürünün desteklenmesi ve ürünün gerçek kalitesi ağızdan ağıza pazarlamada önemli rol oynayan üç ana unsurdur ve başarı bu unsurların doğru uygulanmasına bağlıdır.

Dönem bitmeden birde akademik içerikli bir yazı yazmak istedim. Saygılarımla...

18 Mayıs 2008 Pazar

İzmir Ekonomi


Okulumdaki üçüncü senemi bitirirken, elimdeki fırsatı değerlendirip Ekonomi Üniversitesi'nden bahsetmek istiyorum. Açıkçası bu okul ne tercih listemde nede aklımda bulunan bir seçenek değildi benim için. Türk eğetim sisteminin getirdiği puanına göre okul seçilmesi yöntemiyle sadece sans eseri küçük bir ıskayla kendimi bu üniversitede buldum. ÖSS'den cıkmış elimde sacma bir puan ve bir sürü yorum varken oturup salim kafayla düşünmek oldukça zor aslında. Özellikle İzmir'de kalmak istediğim için elimdeki seçenekler dogrultusunde olabileceğin en iyisini seçme ugrasındaydım. Sanırım bu noktada Ekonomi Üniversitesi kendini insanların akıllarında yeterince yer edemediği içindirki sonuncu olarak sekiz tercihimin arasında yer aldı. Kazandığım zamanda havalara uçtugumu sölersem yalan olur dogrusu. Peki bir ögrencinin üstünde yeteri derecede basarılı ve kaliteli bir üniversite oldugunu kanıtlayamayan Ekonomi'nin hataları yokmu?


Ülkemizde özel üniversiteler gelişmekte olan bir sektor halini aldı. Artan öğrenci sayısı, devletin bu sayıları karşılayacak derecede üniversite açamaması Türkiye'nin burjuva ailelerinin çoçuklarını bu okula yönlendirmelerinde en büyük etkendir. Bu okulların içerisinde de sunulan olanaklar elbette bir devlet üniversitesine çok daha fazladır. Gerek dil eğiliti gerekse sınıf sayılarının azlıgı, kaliteli öğretmenler gibi bir çok etken bu okulları cok daha cazip yapmaktadır. Tabi bütün bu sunulan avantajlarının yanında bir yığın üniversiteyi kazanamamış çapulcunun toplanma mekanı görüşüde cok yaygındır. Özel üniversitelerin en büyük sorunu kendilerini parası olan ögrecileri alan bir kurum sıfatından çıkaramamalarıdır. Bu sıfat sayesinde bir çok aile çocuklarını bu üniversitelere göndermek istemediği bir gerçektir.


Bu sektörün farklı bir noktasındaysa başka bir tablo karşımıza cıkmaktadır. Koç, Sabancı ve Bilkent gibi üniversiteler yüksek ücretlerle binlerce ögrenci almalarına rağmen bu okullardan mezun olanların diğerlerine göre daha fazla iş bulma oranına sahip olduğu yada daha kaliteli okullar olduğu düşünülmektedir. Bunun sebebinin eğitimdeki farklılıklar olduğunu sanmıyorum. Şahsi fikrime göre bu okullar özellikle yetenekli ve başarılı ögrencileri kendi bünyesinde tutmak için cidi miktarlarda bütçe ayırmaktadırlar. Özellikle burs, yurt ve diğer alanlarda sağlanan maddi avantajlar başarılı ögrencilerin burada toplanmasının bir sonucu olabilir. Koç üniversitesinde okuyan bir arkadaşımla sohpetimizde bana okulda azımsanayamaycak kadar başarılı öğrenci oldugunu hata okulda sürekli burslu öğrencileri gördüğünü anlatmıştı. Bende bursu olmayanların zaten Akmerkez'de olduğu için gelmediklerini söyliyip dalga geçmiştim. Ama son zamanlarda düşünüyorumda Ekonomi üniversitesi kendini bu alanda kanıtlamış başka özel üniversitelerdeki gibi bu yetenekli grubu kendi bünyesinde daha fazla toplasa okulum hakkında dısarda olan olumsuz görüşün azalacağı kanaatindeyim.


Okulumuzdaki bir çok öğrenci şu an gelecek kaygısı taşıdığı bir gerçek. İzmir Ekonomi Üniversitesi mezunu olarak hayata atıldıgımda insanlar bu okula gerekli saygıyı göstermezlerse başka bir deyişle okulumun başarılı ve iyi bir okul olduğunu düşünmezlerse sanırım bu sadece benim için değil binlerce öğrencimiz izin büyük bir hayal kırıklığı olacaktır. Neden benim okulum bir Sabancı, bir Koç gibi anılmasınki? Bence bu noktada İzmir Ticaret Odası'na en az Ekonomi Yönetim Kurulu kadar iş düşmektedir. Burdan mezun olacak öğrencilere sağlanılacak imkanlar ile okulun çok daha cazip hale gelmesi sağlanılabilir.


Özel Üniversitelerin reklam yapmasına karsı değilim. Heleki gelecekte yerleşmesini istediğim köklü bir Ekonomi Üniversitesi adı içinse. Bu noktada dikkat edilmesi gereken sey bu köklü adın nasıl olacağıdır. Bence okulumuzdan çıkan yayınları artırarak, konfrans ve etkinliklerin sayısını fazlalaştırıp, olabildiğince yetenekli, zeki ve başarılı öğrencileri teşfiklede olsada bünyesinde toplayarak ekononomi üniversitesi kendine diğer özel üniversiteler içinde köklü bir yer edinebilir.


Gelicekte mezun olunca iş hayatımda Ekonomi Üniversitesi'nin bana ne kadar getiri getireceği konusunda şüphelerim halen mevcut. Bu olumlu yada olumsuz bir sey düşündüğüm anlamına gelmesede okul yönetimine ince bir sitem olarak algılanabilir. Sanırım bunun cevabını önümüzde bir kaç yıl içerisinde alacağım


Son yazım oldugunda ''Pazarlama Hakkında Herşey'' adlı bloğumuza emek veren tüm arkadaşlarıma gönülden teşekkür ediyorum. Yorumlarını bizden esirgemeyen Melike Hocamızada teşekür ederim. Gerçekten çok güzel bir blog oldu bence. Umarım yazdığımız onca güzel fikiri ilerdede kaybetmeyiz.


Saygılar Umut Cengiz

13 Mayıs 2008 Salı

FERRARI SAYGINLIĞI


Nisan aylarında Ferrari'nin yeni CEO'su olan Amedeo Felisa, dünyada ilk kez Türk basınına konuştu ve global krizden etkilenmediklerini açıklayan Felisa, ''Türkiye'de yılda 40 Ferrari satılması lazım diye ilginç bir açıklama yapmış.Dünyanın en çok bilinen süper spor otomobil markaları arasında yer alan Ferrari'de bir süre önce küçük çaplı yönetim değişiklikleri oldu ve eski CEO Jean Todt'un yerine Amedeo Felisa geldi. Ferrari'nin çok güçlü bir marka olduğunu ve Amerika'dan başlayarak dünyayı etkisi altına alan global dalgalanmalardan etkilenmediklerini açıkladı.Tabii ki de Ferrari'nin talebe göre üretim yapma gibi bir sorunu yok, elinden geldikçe pazarın istediğinden daha az araç satıyorlar ve böylelikle krizden kaçınıyorlar. 2005 yılında Tofaş ile yaptıkları FerMas ile Türkiye pazarına resmen döndüklerini, şu anda satışların Avrupa'nın pek çok ülkesinde geride bıraktığını açıklandı ve Ferrari'nin Türkiye'de daha fazla büyüme potansiyeli olduklarınının da altını çizmişler.İlginç! Adamlar kendilerine o kadar güveniyorlar ki reklama gerek duymadıklarını zaten fazlasıyla satış yaptıklarını söylüyorlar. Geçen senelerde 4 binden fazla üretim yapmayacaklarını açıklayan Ferrari geçen yılı 6 bin 400 satışıyla kapattıklarını, gelecekte neler olacağını tam olarak göremelerinin zor olduğunu açıklamış. Adamların geçen yılki rekor rakamın, talebin ancak üçte birini oluşturduğu ve müşterilerinin ortalama 18 ay sıra beklediğini, özellikle bazı modeller için birkaç yıl bile bekledikleri oluyormuş. Buna rağmen halen Ferrari'ye talep sürekli artıyor, nasıl bir arabaysa kardeşim:) Şurdan çıkardığımız sonuç şudur; Ferrari talebe göre satış yapmıyor, amaçları çok satmak değil, markanın seçkinliğini korumak. Ayrıca reklama ihtiyaçları olmadığını söylemiştim ve şunu da ekleyeyim; Formula 1 sayesinde iki haftada bir televizyonda göründüklerini ve bunun onlara yettiğini açıklamışlar. Marka saygınlığı işte budur bence!

PATİLERE ISLAK MENDİL


'Bir ülkedeki süpermarketlerin evcil hayvan rafları ne kadar genişse, ülke de o kadar zengindir.' diye ilginç bir söz okudum geçenlerde ve ilgimi çekti 'Ne alakası var?' diye. Türkiye'de evcil hayvan rafları henüz belirli ölçüler içinde kalsa da, Adıyamanlı Ferhat Kozmetik firması raflara bir zenginlik katmaya hazırlanıyor ilk başta söylediğim sözden esinlenerekten. Kedi ve köpekler için ıslak mendil!

Islak mendil fabrikası iflasın eşiğindeyken Storks Kuyumculuk'un sahibi Muammer Alkım'ın desteğiyle ayağa kalkan ve Türkiye'nin en önemli ıslak mendil üreticilerinden biri haline gelen, Ferhat Vural'ın sahibi olduğu Ferhat Kozmetik, RoseFresh markasıyla tanınıyor.Adıyaman'da günde 40 bin tane 15'lik ıslak mendil, 16 bin tane 70'lik ıslak havlu ve 100 bin de tekli kolonyalı mendil üreten RoseFresh fabrikası, bu sıralar kedi ve köpekler için ıslak mendil üretimine başlayacak. İstanbul Üniversitesi'nde gazetecilik eğitimi aldıktan sonra işadamı olan Ferhat Vural bu yapacağı değişik girişimi şöyle açıklamış,''Evcil hayvanların patilerini ve ağzını silmek için ıslak mendil üreteceğiz. Bu, Muammer Alkım'ın fikri. Yurtdışında da yaygın. Şimdiden ihracat için çok talep geliyor. Köpekler için Havhav ve Çomar, kediler için de Minnoş markasıyla üretim yapıcaz'' diyor.İzmirde yaygınlaşırsa hiç şaşırmam ayrıca Güzelyalıda köpeklerini dolaştıran kokona bayanların elinde görürsem hiç mi hiç şaşırmam. Hatta onların yerinde olsam İzmir'i test bölgesi olarak ele alırım ve ürüne karşı olan tepkileri ölçerim, çünkü fazlasıyla hayvansever bir bölge İzmir. Ürün ilginç bir ürün eğer tutarsa pek çok hayvan sahibi insanın elinden düşmez.

12 Mayıs 2008 Pazartesi

KAHVECİLER VE TATLICILAR




Eskiden insanlar pastanelerde pasta yiyip kahve içmeyi tercih ederken artık günümüzde pastaneler yerine kahvecileri seçer olduk. Ve tatlıcılar, onlarda farklı stratejiler uygulayarak konseptlerini değiştirmeye başladılar. Çünkü Pazar payını arttırmanın ve büyümenin tek yolu bu. Modern kahvehaneler; Starbucks ve Gloria Jean’s , kahve pazarının bu denli büyümesine ön ayak olmuşlardır. Şu an bu Pazarın büyüklüğü yaklaşık 250 milyon YTL ve hızla da büyümeye devam etmektedir. Starbucks bugün Türkiye’de 82 adet mağazaya ulaşmış durumda Cafe Crown ve Kahve Dünyası gibi yeni zincirlerde Pazar paylarını hızla arttırmaktalar. Bu firmalar bu kadar büyürken peki bizim tatlı kültürümüzün temel taşlarından olan Bolulu Hasan Usta, Özsüt, Saray Muhallebicisi, Mado ve Güllüoğlu neler yapıyor. Özsüt ve Mado kendilerinde büyük değişimler yapmaya başladılar. Tatlının yanında pasta kahve gibi ürünlerde satılmaya başlandı. Çünkü bu kahve zincirlerinin doğmasıyla müşterilerinin azalacağı kaygısına düştüler heralde. Özsüt İzmir’de doğan ve 2007 yılında 30 milyon ciro yapıp % 30 büyüyen bir tatlıcı. Franchise sistemiyle ilerleyen firma yetkililerinin 2008 yılı içerisindeki en büyük hedeflerinin, yurt dışında mağaza açmak olduğu belirtildi. Başlangıçta sadece sütlü tatlı üretimi yapan firma, 1986 da İzmir’de ki Bonjour pastanelerini alarak pastacılık sektörüne de giriş yaptılar. Ve son olarak Davidoff Coffee ile yaptıkları anlaşmayla artık kahve zincirleri ile rekabete hazır olduklarını dile getirdiler. Mado tatlı pazarında yıllardır hatırı sayılır bir paya sahip olan bir firma. Son yıllarda yükselen kahve trendine ise İtalyan kahve firması Fillicori ile anlaşma yaparak katılmayı tercih etti. Fillicori’nin Türkiye distribütörlüğünü alan Mado, şimdi kahve­yi dondurma ile birlikte sunarak yeni bir trend yaratmayı amaçlıyor. Mado ayrıca 2008 yılı içerisinde mağaza sayısını yine franchise yöntemi ile 200 den 500 e çıkarmayı hedefliyor. Bolulu Hasan Usta ise konseptini hiç değiştirmeden yoluna devam etmeyi tercih edenlerden. Firma kendini tüm kahve ve tatlı zin­cirlerinden farklı bir yerde konumlandırıyor. Farklı bir konsept yaratan Bolulu Hasan Usta, misafirlerine yalnızca uzmanı olduğu süt tatlılarını sunuyor. Bu tatlı pazarında ki gelişmelerin hızla devam edeceği ortada. Ayrıca Starbucks ve Gloria Jean’s inde mağaza sayısını arttıracağı da gelecek planları arasında. Eğer bizim kendimize has olan fırında sütlaç, sakızlı muhallebi gibi tatlıları yemeyi tercih ediyorsak tabiî ki o zaman yerli firmaları tercih edicez.

10 Mayıs 2008 Cumartesi

Mavi Jeans




Mavi jeans'in ilk reklamı dün gibi akılımda. O dönem için gercekten gurur verici sözler sözler söyleniyordu. Millet olarak kendi geri kalmıslığımıza cok taktıgımız için bir türk markasının Amerika'da fabrika kapatırmısı gurur verici bir tabloydu. Peki bunca zaman içerisinde ne değiştiki türk tüketicisi bu markadan bu kadar soğudu?

Büyük bir gökdelenin bilmem kaçıncı katında zengin patron dısarı bakarken yardımcısının içeri girdiği ve düşen satış rakamlarını gösterdiği bir reklamdı Mavi' nin türk tüketiciyle ilk buluşması. Yanlış hatırlamıyorsam '' Artık çok oluyoruz '' gibi bir slogan kullanmışlardı. Türk tüketicisi tekstil sektoründe her nekadar yabancı markaları tercih etsede yurdun bagrından koptuguna inanılan bu markanın ilk yıllarda rabet gördüğü bir gercek. Cola-Turca gibi biz türküz, türkün türk kolası olur gibisinden etnik bir milliyetçiliğe bürünmemeleride önemli bir etken. Tarz ve dizayn olarak rakipleri Levis'ten cok ta farkı olmayan kaliteli mallar üretmeleride tüketiceler tarafından benımsenmesinde önemli bir faktör. Peki ne olduda Mavi bu konuma geldi isterseniz bir tüketici gözunde bu markanın gidişine bir göz atalım.

İlk Mavi ismi duyuldugum ve reklamı gördüğümde gercekten cok heyecanlanmıştım. Mavi zaten kot ve benzeri ürünlere yakısan bir isimdi. Bunun yanı sıra taklitci bir gençlik olan türk gençliği için Amerika gibi örnek alınan bir ülkede bu kadar ilgi görmeside cok etkileyiciydi. Mazalarının yapısı, ürünleri, kalitesi Levis ile neredeyse aynıydı. Fiyat olarakta kelimenin tam anlamıyla Levis rakip bir konumlanma izlemeleri ilk yıllarda Mavi'nin önemli bir basarıya imza atmasına sebep oldu.

İlerleyen zaman içerisinde Mavi ne yaptıysa türk tüketiçilerini bu markadan soğuttu. Bunların basında ilk olarak ürünlerinin düşen kalitesi gösterilebilir. Cola-Turca da kullanılan türk ezgileri Mavi markasının yakasınada yapıstı. T-shirt'lerinde '' İstanbul '' gibi türkçe yazılar kullanmaya başladılar. Şu an düşünüyorumda hangi sivri zeka bir tüketici bu ürünü alırda istanbul sokaklarında almanyadan gelen bir turist gibi gezerki ( hele bu fiyatlara)? Bu olay kelimenın tam anlamıyla Bodrum'da Marmaris'te çarsıda dolaşan turistleri hatırlattı bana. Kullanılmaya başlanan türkçe yazılar tüketicinin gözünde Mavi'nin kalitesini düşmesine sebep oldugu bir gercek. Mavi firmasıda kendisini Levis ile eş değer, dünyanın bir cok yerinde satılan bir marka olarak göstermektense daha cok türk kimliğini vurgulamayı tercih etmeside büyük bir kayıptır. Her ne kadar yurdumun markası olarak baksamda ülkemin gençleri ( ben dahil ) türk markalarını yeteri derecede karizmaya sahip olmama gibi bir ön yargıyla yanaşıyoruz. Bu sebepten ötürü yabancı markalara olan talep cok daha fazladır. Mavi'nin ilerlediği bu nokta bu fiyatlarla gelicek için onlara cok büyük sorunlar yasatacagı bir gercektir.

Mavi'den bu kadar konustuktan sonra son reklamlarındanda bahsetmeden geçemiyeceğim. Hayatımda hiç bu kadar amaçsız bir reklam görmemiştim. Ünlü olsun diye Nejat İşler ile anlasıp o kadar para bayılmışlar anladımda reklamın içinde neden Mavi'nin reklamı yok onu anlayamadım bir türlü. Bir gelin koşarak gelirken suda yüzen bir adanın üstünde Nejat abimiz ekürisiyle düğünü hazırlamış bekliyorlar. Gelin atladıktan sonra ada derinlere doğru açılıyor ve mutlu son olarak Nejat abimizi ablam kapatıyor. Son olarak sloganda nejat abimizinin sesiyle: kafana göre.... mavi.... . Bu reklamı beyenen arkadaşlarım olduğunu duyduktan sonra inanın cok üzüldüm. Reklamı tekrar tekrar izledikten sonra bir tekstil ürününün öne cıktıgı tek sahne Nejat İşler'in kızı elinde gömlek ile çekmesi. Burdan bir sağlamlık havası çıkarsa çıkar yoksa reklamın geri kalan kısmında zaten oyuncu markanın önüne geçmiş durumda ( tabi reklamda Mavi adına bir öğeninde olmaması bir etken) . Kısacası Mavi bu son reklamıysa sadece Nejat abimize para kazandırmıs ve onun reklamını yapmıstır. Butun bir reklam boyunca ne bir kot ne bir t-shirt ön plandadır. Levis'in reklamlarını düşündükçe gerçekten cok yazık.

Mavi'nin reklamı:
http://www.mavijeans.com.tr/medya_reklam.asp?p=7a